MUSTAFA KEMÂL OLMAK...



Atatürk Tarihi

İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI’nın konferansındaki konuşmalarıdır.

Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmenin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider.

Önemli olan da sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?

ATATÜRK’ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.

Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina’daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK’ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.

Yıl 1938, General McArthur’un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der:

"Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim" dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal’i.

Yada, yıl 1938. Bir İran’lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Diyorki;

"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir." dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.

Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir." Öneri nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO’nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:

"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;

"Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;

"Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir.

İşte o muhteşem belge diyorki;

" ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"

Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor.

Hadi gelin Haiti’ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti’ye baktım haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki "Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm"

Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; "Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir." 2000 de ABD Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var. Asker Mustafa Kemal’in, Devlet adamı Mustafa Kemal’in çok dışında bir Mustafa Kemal.

2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki "Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç’te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim. "Norveççe’de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var. Birde ATATÜRK gibi düşün". O gün otelime geldim televizyonu açtım o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki galiba Norveççe’den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.

Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK’le bir röportaj yapar. Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal’e şöyle sorar gazeteci; "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" Mustafa Kemal’in cevabı aynen şöyle :


"Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz". Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye’yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal’in ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere. Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal’den. Ama bu arada 2005’de daha yeni iki üç gün önce yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış "Bu gün Ortadoğu’ya düzinelerle ATATÜRK lazım". dedim yazara ATATÜRK ‘ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslında.

Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter. Filipinlerden Çin’e kadar o kadar çok örnek varki. Ama gördük 1925’de 1938’de 1996’da 2000’de 2005’de her ülkeden, her cinsten, her statüden insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa Kemal’den bahsediyoruz. Bu gün Türkiye’nin en büyük sorunu nedir? dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye’nin çok önemli bir problemi var o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de çözer. Evet Türkiye’de lider yetiştirme sorunu var.

Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden bahsediyorum. İşte böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor. Bunlardan bir tanesinin bir kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı yada Başbakanı, Maliye Bakanı yada evinin anne babası olmadığını bana iddia edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama bilinizki işte bugün sizlerle paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider olmanın küçük sırlarını ATATÜRK’le sizinle paylaşacağım.

İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanırmısınız sınırlarını hangi sınırın lideri ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl mı?

ATATÜRK’ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki Çanakkale’de topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye ama ben yine de anlatacağım. O günün Ankarası kurak, çorak bir köy. Çankaya’dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş. "Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?", "Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var". Yani "niye şaşırıyorsunuz?" der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına "
İşte bu benim…" derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor "Ne yaptınız bu ağaca" diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için mecburduk kestik o ağacı". "Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum" diyor. Daha fazla dayanamıyor, arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve lideri olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarındadırda onun için.

Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı. Hani "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale edebilirim" diye. Çok değil doğa katliamı, enkolay yaptığımız katliam.

Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. "Yahu" der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdinmiki? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?" der. Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz". Bir an düşünür; "Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız" der. Derlerki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutupta ağaçtan uzaklaştırmak? Ama inanırmısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyormusunuz? İstanbul’daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova’ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra. 1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevre dersi vermektedir Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle açmıştım, ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim yani günümüze yakın bir gün. "ATATÜRK ve Türk kadını" konulu tiyatrolu konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık, yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki "Amerika da eski bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir binanın yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi. gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim biz tarihe pek bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik, medeniyet biraz da onlara baksak" diyince arşivimde 1930’da ATATÜRK’ün bu işi yaparken çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki "şu anda ne söyleyeceksiniz bana?". Bir genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz, sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugün milyonlarca Türk genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir faks çektiler. Faksta aynen şu yazıyordu "İkinci haber olarak 6 dakika müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da mutlak suretle mesajı iletin dediler "Bu gün 1996, Amerika çekiyor raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için" bu mesajı da çok iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda izlediniz mi? İzlemediniz.

Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı anlattınız bunlar ATATÜRK’ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü’ne gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o zaman için 80 tane söğüt ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş. Bir geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak aktarmış; "Ah ! burda bi kulübem olsaydı keşke". "Ya paşam istediğin bir kulübe olsun hemen yaparız şuraya" demişler. "Buradaki ağaçlara ne olacak peki". "Paşam burdakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir yere dikeriz, mutlaka tutar" demişler. Bir an durur, "Bir tek şartla kabul ederim" der. "Burda yetecek kadar söğüt ağacını kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını göreceğim, sonra kulübe yapımına izin vereceğim". Yani bugün betonu yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne yapar biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK makamını Çankaya’dan Söğütözü’ne taşıtır hasırlar üzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür, ondan sonra bugün çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük olan bu Söğütözü’ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.

25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var bizzat çevre hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler, bazı günler bizi okullar da bu kulübeye götürüpte burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.

İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN’u davet edelim. Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. "Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz?" der.

ATATÜRK’ün cevabı ATATÜRK’çedir. Derki "Ben en zor olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu aradaTahsin ÇOŞKAN "Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim. Derki "Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği çıktı, üzerinde "Burada hiçbirşey yetişmez"yazılı, altında da ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal’in önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ". Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir ama karı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yamektedir. Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.

Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade’nin kafa çok karışık. "Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını?" der. "Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN’ın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya’dan kaçtım, burdaki köylülere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki gün Çankaya’da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana "ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin COŞKAN’ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim" diyecektir.

Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani ATATÜRK’e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN’dı. Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü. Oysa 1930’dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı.

Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK’le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK’ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.

Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki Mustafa Kemal "çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bi liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.

Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal’e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK’ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada "kültür antropoloğu" sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal’dir.

"Kültür Antropoloğu" nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel’e gidelim. Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya‘da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. "Ya ne yapıyor Mustafa Kemal" diyorlar. Çankaya’ya gidiyor, Çankaya’da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra "gelin diyor Ahlatlıbel’e gidiyoruz". Hemen geliyor diyorki "arkeologlar toplanın". Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu Zübeyir KOŞAR’ın bir e bir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla; 

"kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir". Yabancı arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun" der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar Mustafa Kemal’in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular ordan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır.
,
Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN’ın yazdığı "Sırat Köprüsü" adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince "bana Galip ARCAN’ı çağarın!" der. Galip ARCAN gelince "bu piyesi siz mi yazdınız? "der. "Evet paşam ben yazdım". "Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin’in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum" diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz. Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki "a be Atam boldvilin’e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın". Ve o sırada ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK’le iddiaya girmek gibi, dedim "senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun".
O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı yapıyorum baktım resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema. dedim "herhalde burda iddiayı kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal’e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk "Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın" der. Cezmi AR hayatının son günlerinde "ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım" diyecektir.
Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler. Çankaya’ da ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur; "Ben bir İnkilap Çocuğuyum" dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.


Bu arada ATATÜRK’ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal’dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal’dir" bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.

Peki, tamam laf iyide diyorsunuz ki laflar karın doyurmuyor, Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara’daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedimki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki" Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım". Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal’dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.

Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma değil. Sizi 1914 Anafartalar’a götürüyorum. Anafartalar’da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin, Fransız Türkoloğu Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlarki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği cevaba bakın. onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916’ya. Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR’ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor biliyor musunuz? "Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak". Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal’in aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK’ü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.

Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? yada zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun’un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. "Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan) "bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun" diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe Hatunu tanıdı Mustafa Kemal.

Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80 yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati’den dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler "nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına" dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorumki. Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.

Albay Hulusi ATAĞ’ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar "bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap "adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk.

Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanımı tanıdı. Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim. Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz?
cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldimi aman diyorlar bu gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın "MUTFAK PROJESİ", inanılmaz bir proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje.

ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek REŞİT’i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal’i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış "anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik Nezahat’e Türklerin Jan Darkı diyoruz" demiş. Bu bana acı geldi. Ben Jan Darkı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat’i ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuşta yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal’dir. İyiki de yazmış eşkenar üçgen demek için "müselleseyi bilmemne bilmemne…" demek gerekir. İnanın bu kadar şeyi aklımda tutuyorum, bir onu tutamadım. İyiki yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir gazete çıkarıyor. Adı "Mimber", 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal’in gazetesi dedim. "Sansür" kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim. Çok moral bulurlardı çünkü.
Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece gününü mü kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz?
İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir itirafta bulunmak istiyorum, diyorumki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat 2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider. Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk örneğimiz; dedinizki demin Türkiye’deki sorunları sorduğumda size, dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki Amerika’nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr.Jhons bize şunu öneriyor, diyorki "ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK’ü örnek alsın yeter Türkiye".

ATATÜRK’ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde ATATÜRK’ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk parasının değerini korumak. Peki, 1919’a baktım Türk parası Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938’de kaç kuruş biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedimki herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919 dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son dört ayda ne oldu diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8. Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde sanıyorum.

Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralık 1927 tarih. 5 Aralık 1927’de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu götürecektiniz, karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim nesil vazifesini yapaydı. Ama diyorumki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz oda bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK’ü mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var. Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz. Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye tabiki. Peki 1929’da bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor. Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize. Enflasyon ne kadar? Eksi 1.2, bunlar resmi rakamlar.

Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngiltere’de bir seçim yapılır. Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce 13, seçimden sonra birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Lezli Abdela diye bir hanımefendi. Lezli Abdela’yı tüm ülkeler çağırır, "ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise" derler. Lezli Abdela’yı Türkiye de çağırır. Şileye gelir, dolar alır anlatmak için. Ve işte sözlerinin özeti "ingiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK’e danıştı". Yani ben Türkiye ye terciye tere satmaya geldim. Peki Lezli Abdela’nın uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? "Mutfak Projesi" peki şöyle yazıyor şurada; "1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRK’ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim peşimde niye acaba" diye de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız Türkiye’de sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna.

Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişizki bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma. Ben geçenlerde Erzurum’a davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz davet etti uçakla gittim. İndim uçaktan "off ayağım belim melim" dedim, bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum’u 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa’ya kadar geliyor, Bursa’nın Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı.

Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu arada Kara Fatma’nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa’ya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma’nın. Ama Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma’yla yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyorki; "çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana bağlanan maaşı kızılaya bağışladın" diyor. Verdiği cevap tarihi bir cevap aynen şöyle:
"Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak maşımı Kızılay’a bağışlıyorum" diyecektir. Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? ATATÜRK’e bir gazeteci sorar; "neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız" diye. ATATÜRK’ün verdiği cevabı aynen aktarıyorum:
"Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır." diye cevaplayacaktır. Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar, varolsunlar.
Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar. Tabi Kara Fatma’nın örnek olabilmesi içinde bir okuma kitabımızda hiç olmazsa bir okuma parçası olarak Kara Fatma’nın olması lazım ki örnek alabilesiniz. Bu arada ATATÜRK’ün şu sözü çok hoşuma gider diyorki; "Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur." Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum.
Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım. Haçin katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir. Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? Şair Melek hanım diye anılırmış Haçin’de. Şahadetinden sonra kolunun altından bir bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış. O anda gördüklerini kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü, komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir destan. Başına ne demiş biliyormusunuz "inşallah okuna". Ben 45 yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da "bizden sonrakiler neler çektiğimizi bileler diye yazıyorum" demiş son iki kıt’ayı sizlere okuyorum
Meydan kazanı kurdular
Tüm bebeklerimizi kaynattılar
Gün görmedik anaları
Süngü ile oynattılar

Kundakları verdiler
Kanlı kundak yu dediler
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar
Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler

Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz. Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz ama liderlik dedik biraz da gülümseyelim mi?
Lider dedik, ATATÜRK’ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya’ya gidelim. Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir "Ya bu türküyü çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni" der. küçücük bir çoban gelir. Derki "Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun". Başlar çoban "demirciler demir döver tunç olur" diye. bitince ATATÜRK dalmıştır "bis bis" der. Çoban böyle bakar. "Oğlum der bis" der "Çok beğendik tekrarla anlamına gelir". Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK’e "bis bis" der. Bu espri ATATÜRK’ün çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.
ATATÜRK’ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK’e "sen Türklerin şahısın şususun bususun …", feci dalkavuk. Yoğurt kasesi adamın önündeymiş diyorki Atatürk;"Şu yoğurt kasesini bana uzatırmısınız". Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor. Ah diyorlar adama taktı ATATÜRK, birde zaten sinirlenmiş durumda, birde çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak. adam perişan, ah paşam vah paşam derken "Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum". Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRK’ün müthiş espritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın konusu ne biliyormusunuz? "ESPİRİLERİYLE ATATÜRK". Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da düşüneceğiz.
Bir gazetecide Atatürk’e sorar "size der diktatör diyorlar ne dersiniz". Atatürk şöyle bir bakar, "Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız " diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara’ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri "ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der. "Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım" der. Yaveri; "aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik" der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki "Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması". Var mı böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.
Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRK’ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; "Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır" diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal’i görüyoruz orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet .
Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul’a ATATÜRK diyorduk ya Ankara’ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları söylüyor ;"Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet’i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim" diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek istiyorum;
İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. "Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa’ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupa’ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına ATATÜRK "Berlin Üniversitesine gitsin" diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışıkki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı "Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var" telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu "sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz". Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor "gel de şimdi gitme, gitte orda çalışma, dönde bu ülke için canını verme".diyor.
Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye’nin? Beyin göçü. En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri olsun.
İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır "O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai’ye baş yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersinizki bu durumda Muhsin Ertuğrul’unda düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçe’den ATATÜRK’ün Şehir Tiyatrolarına geleciği haber verildi. Ben de karşılamak için hazırdım. Fakat paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı. ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL’un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK "Yaaa öylemi Muhsin Ertuğrul’la Görüşürüz" dedi. Herkes Muhsin ERTUĞRUL’un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL’u ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları söyledi. "Sizi tebrik ederim işinizle ilgili cidiyetiniz ülkenin gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi yaptınız eğer birtek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkezin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler " demezmi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada". Ama işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.
Evet ATATÜRK ve onunla e ele verenler sayesinde üç tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim Yabancı ülkelere gittim. portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktımı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana "Türklerin özel bir günü herhalde bu gün". "Neden" dedim? Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede. Bir tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? "Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun". "Ne" dedim. "Türkiye’yi isterim de isterim diye tutturacağım" dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su götürmez.
Peki yerin altına geçelim. Krom, brom ,toryum, bor. Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım. neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor, burda çıkıyor ama Türkiye’nin sınırını ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri. Varmı böyle bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki, Türkiye’de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama Türkiye’nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre.
Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var altımızda.
Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum’a gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor, Bursa’ya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde
Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni davet etti rektörlük, oraya gittim. Beni Darvas diye bir kayak merkezine götürdüler. Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davras’ta. Birbuçuk saat sonra, Antalya Akdeniz üniversitesinde vereceğim konferans için Antalya’ya indim. Millet denizde yüzüyordu. Varmı böyle bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk saatlik mesafede. Bursa, Uludağ’a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya’ya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya kar-ı var ya denizi var ya dağı var birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki! Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede.
Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler, kapışın dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan, laik olan–olmayan, ATATÜRK’çü olan–olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok.
Yeni ATATÜRK’ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla. sizlerden Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma son veriyorum.

ATATÜRK de et artı kemik artı kandı,
İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,
ATATÜRK de herkes gibi kusurları olan,
Küçük büyük ve çirkinde olabilirdi,
Ama güzeldi

ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,
Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı,
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,
Miri kelam bir İstanbul efendisi.

Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,
Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı,
Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,
Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.

Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.
İnsan üstü değildi ATATÜRK,
Tam insandı.

.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI
Araştırmacı Yazar
)()()()()()()()()()()()()()()()())()()()()()())()()()()(()()()))()()()(()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()()(

Atatürk dönemi Türkiyesinin üretken politik ekonomisi

Atatürk dönemi Türkiyesinin üretken politik ekonomisi
Kemalizmin  ekonomi politikalarını tanımadan, bu politikaların ürünlerini, sonuçlarını kanıt olarak görmeden, kavramadan ne Türkiye’nin bugünü/dünü ne de uluslar arası ilişkilerimizin dünü/bugünü anlaşılabilir. Yaşamakta olduğumuz sosyal yıkımlar, felakete varan ekonomik dağılmalar, uygulamaya konan politikalar; bu politikaların gerekçeleri; imfler, dünya bankaları vd. ancak Atatürk döneminin anlaşılmasıyla kavranabilir.   Kemalizmin ekonomik politikalarının özünü aşağıdaki beş açımlamada görebiliriz.

· Dış ilişkilere açık kendine yetebilen ekonomi

· Devletin üretim araçlarına sahip olacağı bir ekonomi

· Bireysel tasarrufları ulusal tasarrufa dönüştüren ve sanayileşmeye ayıran planlı ekonomi

· Siyasal tam bağımsızlığı gözeten dışa açık vermeyen ve dışborcu birikmeyen ekonomi

· Bilimi gerçek yol gösterici kabul eden nesnel dünyanı koşullarında kendi kendini yöneten ve geliştiren tam bağımsız ulusal bilinç.


Bu dört nitelik bir bütün olarak siyasal düzlemde, cumhuriyetçi, laik, devletçi, halkçı, ulusalcı ve devrimci ilkelerle Anadoludaki ilk çağdaş devletin dokusunu oluşturmuştur.

Yeni kuşaklar yakın tarihimizin bilincine yabancı kalmaktadırlar. Belki de bunun böyle olması isteniyor. Gerici kadroların 1919’larda başaramadığını 1932’de üstesinden gelemedikleri şeriat devletinin temellerini şimdi onların torunları oluşturma çabası içindedir. Gericiliğin sadece geriye özlem olarak nitelenmesi yanlış olur. Tersine Doğu ile Batı arasındaki bir Türkiye’nin kendi iç sorunları ve çelişkileriyle ekonomik ve siyasal gelişmesine zaman ve kaynak ayırmasını güçleştirmeyi amaçlayan emperyalist dış odaklı politikaların içerdeki uzantılarıyla ilintisi olduğu akla daha yakın olasılıktır. 

(Ali Nejat Ölçen, Kemalizm’in Ekonomisi, 49)

Atatürk’ün nesnel dünya gerçeklerini bilimsel ilişkilendirme yöntemi ile kavrayıp, uygulaması (teori ve pratiğin uyumu) sonucu; önemi dünya ölçeğinde ve ulusal düzeyde stratejik oluşundan gelen alanlarda, devletin üretim araçları, üretim miktarı ve dağıtımını mülkiyetine alması (devletçilik) iki dünya savaşını, ayakta yıkılmadan atlatmasını sağlayan, Türkiye Cumhuriyeti’ni bugüne taşıyan temel güç olmuştur Devletin öncülüğünde özellikle doğal kaynakları üretime dönüştürmek ve bu alandaki girişimleri planlı ekonomik işleyişi ve kurallarına göre desteklemek çabası ülkemizde, birçok ürünün üretilip dışsatımını sağlamıştır.

Aydınlatıcı bir örnek verelim; 1 ABD doları, sömürgeden kurtulmuş bağımsızlığını kurmaya çabalayan Türkiye’de 1. 45 TL’di. Yani, 1 ABD doları, 1.500.000 TL değildi.

1920’de ülkemizdeki tasarrufların 542.500 TL, yerli bankalarda, 1.675.400 TL’sı yabancı bankalarda değerlendiriliyordu.

1934 yılına gelindiğinde, yerli bankalarda 55.732.900 TL; 12.786.300 yabancı bankalarda değerlendiriliyordu. Bu ters dönüş, % 32’den % 82’ye yükselen yerli bankalara güven, Kemalist ekonominin güven verici, üretken gelişimi ile ilgilidir.

Beş beyazlar olarak adlandırılan;tekstil, şeker, un, kağıt ve çimentoda durum:

1927 yılında Tekstilde dışalım 81 milyon TL’den 1932’de 19 milyon TL’ye inmiştir.

Şeker ve yan ürünler dışalımı, 1927’de 14 milyon; 1932’de 3 milyon TL

Un ve buğday 1927’de 0, 9 milyon, 1932’de dışalım hiç yok.

Kağıt, 1927’de 5 milyon TL, 1932’de 2.6 milyon TL’ye düşüyor.

Çimento dışalımı, 7 milyondan, 1.4 milyona düşüyor.

Bu dışalım (ithalat) düşüşleri, kendine yeter bir ülke konumuna gelmeyi en iyi kanıtlayan ölçütlerdir.

Pamuklu dokuma, çay, prinç gibi tüketim mallarında 1923’de % 57 olan dışalım (ithalat) 1934’de % 19.4’e indiriliyor.

1924’te, savaşta tamamen kullanımaz duruma gelen demiryollarının yenileştirilmesi ve geliştirilmesi çabaları ile ülkenin doğusuna kadar uzanan bir demiryolu ağı meydana geldi. Bu sayede, birbirinden kopuk olan ekonomi alanları artık bağlantıya kavuştu. Alman, Fransız, İngilizlerin elinde bulunan demiryolu hatları kamulaştırılarak ulusallaştırıldı. Bu devletleştirme dalgası, uzun yıllardır yabancı sermayenin egemenliği altında bulunan ekonomik yaşamın öteki alanlarına da atladı. Madencilik alanında egemen olan Fransız ve İtalyan tekelleri; elektrikte Belçika şirketleri, Sanayi girişimlerinde İngiliz firmaları, ; bankacılık alanında Fransız-Alman sermayesi ;Ticarette Amerikan ve İngiliz şirketleri devletleştirildi. 1940’ta yabancıların elinde sadece bir kısım ticaret şirketleri ile birkaç banka şubesi kaldı.

Ve buraya dikkat: bütün bunlar yapılırken, yabancı sermaye ülkemizi boykota yeltendi, bu boykotla yenemeyeceklerini ve sanayi kalkınmasını önleyemeyeceklerini anlayınca boykotu kaldırmak zorunluluğunu duydular ve normal ilişkilere yöneldiler.

Bütün bunlar gerçekleştirilirken, 1929-1943 arası ödenen Osmanlı dış borçları ve iki büyük bunalım ve savaş yıllarını da hesaba katmak gerek.

Planlı sanayileşme ile geliştirilen bu süreç; zamana göre, önceliğe göre, verimliliğe göre ilkeleriyle sürdürülür.

Bu üç ilke, planlamanın, merkezde masa başında değil, toplumsal ekonomik durumun çevreden, temelden alınan verilere göre planlanmasıdır. Öngören ve bu öngörüleri sanayileşmeye yönelten bir planlama anlayışıdır Bu bakış, bu yöneliş, bu yapılanış yerli ve yabancı birçok ekonomist, toplumbilimci, politikacıya göre ilk kez uygulanmaktadır. Bu da kemalizmin önemli bir yanı olan özgünlüğünün, Türkiye’ye göreliliğinin bir kanıtıdır.

Bu kanıt kendini yatırımlarda da göstermektedir. Planlara uygun olarak, fabrikalar kurulmaya, kurumlar, işletmeler yapılandırılmaya hızla devam edilmektedir. Başta dokuma sanayi olmak üzere, demir çelik üretimi, bakır sanayi, selüloz ve kağıt üretimi, suni ipek sanayi, cam ve porselen sanayi, kükürt üretimi, kimya sanayi birinci sanayi planında yer alan ve uygulanan alanlardır. İkinci sanayi planı ile de; sentetik benzin üretimi, Yunus balıklarının ekonomisi (özellikle yağ), alkoloid tesisi projesi, yaş meyve ve sebze sanayi, et sanayi, azot sanayi… [Daha fazla bilgi için, benimde bu yazıda çok yararlandığım, Türk Devrim Kurumu Yayınları’ndan çıkan, Ali Nejat Ölçen’in Kemalizm’in Ekonomisi adlı yapıta ve Johannes Glasneck’in Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur yayınları, adlı yapıtlara başvurabilirsiniz.]  




Atatürk'ün ödediği vergi  PARA ve mala karşı ciddi bir eğilimi olmayan Atatürk'ün; Cumhurbaşkanlığı maaşı, ödeneği ve emekli aylığından başka geliri yoktu.

Cumhurbaşkanlığı aylığı ve ödeneği, 1927'ye kadar 5.000 lirası aylığı olmak üzere 7.000 liraydı. 1927'de bunlara, genel bir yasa ile ‘‘pahalılık zammı'' adı ile 2.480 lira eklenir.

1927 ve 1928'de, bu gelirinden toplam 453 lira, 1929 ve 1930'da 724 lira, 1931'de de 1293 lira vergi kesilir. Kendisine net ödenen 13.186 liradır.

1932 yılında çıkan bir yasa ile yüksek maaş ve ücretlere ağır vergi konulur. Buna göre, Atatürk'ün maaş ve ödeneğinden kesilen vergi 5.401 liraya çıkar ve ayda net 9.078 lira almaya başlar.

Özetle, Atatürk o dönemde, eline geçen net aylığın yüzde 60'ı oranında vergi ödüyormuş...^


>><><><><><><><><><><<<><><><>>>><><<><><><><><><><><<<><><><><>>>><><><><>>><>
 ATATÜRK DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ (1923-1938) (Bir Mucizenin Hikayesi) 




Tarih, milletlerin yükselme ve alçalma sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, içtimaî sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler içtimaî hâdiseler üzerinde tesir yaparlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, alçalışıyla alâkası olan, münasebetli olan, milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübelerin tespit ettiği bu hakikat bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirir. Gerçekten Türk Tarihi tetkik olunursa, bütün yükseliş ve alçalış sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka birşey olmadığı anlaşılır.

Mustafa Kemal Atatürk 1923


Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, bir hitabet abidesi olan 10. yıl nutkunda; “Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. ……. Çünkü,Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir………….. Ne mutlu Türküm diyene ” Derken, asla popülizm yapmıyor, çok iyi tanıdığı milletine ilişkin tespitlerini aktarıyordu. 1923-1938 döneminde gerçekleştirilen ekonomik gelişmeler; doğru lider ve doğru kadrolar tarafından, doğru hedefler gösterildiğinde, Türk Milleti’nin Atatürk’ün 10. yıl nutkunda vurguladığı hasletlerini ortaya koyduğunun, gelecekte de koyabileceğinin göstergesidir.

Bu dönemde gerçekleştirilen ekonomik gelişmenin, yaklaşık 10 yıldır kesintisiz süren savaşlarda nüfusunun en genç, en verimli, en vasıflı insanlarını kaybetmiş, Osmanlı’nın dış borçlarının 2/3’sini üstlenmiş, ülkenin ekonomik birikimlerinin tamamına yakınını ellerinde tutan azınlıklarca altın stokların büyük çoğunluğu yurtdışına kaçırılmış, petrol kaynaklarının tamamını kaybetmiş, milli burjuvazisi oluşmamış, birkaç atölye dışında sanayi tesisi bulunmayan, Lozan Anlaşması gereği 1928 yılına kadar gümrük mevzuatını düzenleme yetkisi olmayan, büyük çoğunluğu yaşlı ve çocuklardan oluşan 12 milyon nüfusunun %80’i kırsal alanda yaşayan bir ülkede, dünyanın en büyük ekonomik krizi yaşandığı bir dönemde, yorgun ve yılgın insanlarla gerçekleştirildiği dikkate alınırsa, 15 yılda gerçekleştirilen bu ekonomik gelişme tek bir kelimeyle tanımlanabilir: Mucize…


1838 yılında İngiltere ile imzalanan Baltalimanı Ticaret Anlaşması sonrası Avrupa malları Osmanlı pazarlarını doldurmuş, ülkedeki geleneksel üretici kesim Batı ürünlerinin rekabeti karşısında iktisadi hayattan silinmişti. (1) Gümrüksüz giren İngiliz gelişmiş makine endüstrisi malları Osmanlı'nın korumasız el tezgahı endüstrisini kısa zamanda ezmişti. Türk ekonomisinde Türk’ün adı yoktu. 1900 yılında nüfusunun ¾’ü Türk olan Amasya’da 115 işyerinden 95’i Rumlar, 20’si Ermeniler tarafından işletilmekteydi. Kurtuluş savaşı öncesi ülkedeki bankacılık, ticaret ve endüstri işlerinin 4/5’i azınlıklar elindeydi(2) Babıali mali gücünü kaybetmiş ve büyük devletler tarafından, gelirlerinin denetimini uluslararası bir örgüt olan Duyunu Umumiye’ye bırakmaya zorlanmıştı.


1923-1938 yılları arasında Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen ekonomik kalkınma hamlesi, Türk’e layık olmayan bu şartlara bir başkaldırıydı. Atatürk, bu dönemde uyguladığı her yönüyle milli olan ekonomik sistemi kurmak için çok uzun araştırmalar yapmıştır. Atatürk milli ekonomik sistemi oluşturmak için ekonomi ile ilgili 144 yerli ve yabancı kitabı dikkatle okumuştur. (3) Ancak bu kitapların hiçbirinin tesiri altında kalmamış, kendi metodolojisini kullanarak, bilimi rehber edinmiş, tarihten yararlanmış, ülkenin şartlarını göz önünde bulundurmuş ve aklın gereğini yapmıştır


1923-1938 döneminde gerçekleştirilenler ekonomik faaliyetleri 9 ana başlık altında değerlendirebiliriz.


1) Ekonomi ile ilgili kongreler, kalkınma planları, yasal düzenlemeler,


Atatürk ülkenin dış düşmanlardan kurtarılmasından hemen sonra ekonomik durumu görüşmek ve alınabilecek önlemleri belirlemek amacıyla İzmir'de bir iktisat kongresi toplamıştır. Atatürk Kongre'nin açılış konuşmasında; "Tarihin ve tecrübenin süzgecinden arta kalmış bir gerçek vardır. Türk tarihi incelenirse, gerileme ve çöküntü nedenlerinin iktisadi sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferlerin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü iktisadi durumla ilgilidir...Milletimiz düşman ordularını mahvetmiştir. Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz" diyerek bundan sonra mücadelenin ekonomik düzlemde gerçekleştirileceğinin altını çizmiştir (4).


Kongre'de bir "Misakı İktisadi" kabul edilmiştir. Kongre'nin üzerinde birleştiği politika; yurt sanayiini ve ticaretini geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik düzeni, yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak ve kökleştirmektir (5).

Bunlara ek olarak
•Milli Bankaların kurulması,
•Demiryolları inşasının hükümetçe bir programa bağlanması,
•Sanayiin teşviki,
•Yerli malı giyilmesi,
•Amele denen iş erbabına bundan sonra işçi denilmesi ve sendika hakkı tanınması da,
Kongre'de alınan kararlar arasındadır (6)

Dünyada ilk demokratik kalkınma planı 1931 yılında Türkiye'de uygulamaya konulmuştur. Bu plan Atatürk'ün Türk Milleti'ne armağan ettiği önemli bir ekonomik reform hareketidir. Bu kalkınma planları eldeki kıt kaynaklarla halkın ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılanmasına yönelik olarak hazırlanmıştır. Atatürk Birinci Kalkınma Planı'nı 1933-1938 yılları, İkinci Kalkınma Planı'nı ise 1938-1944 yılları için hazırlatmıştır. Her iki kalkınma planının da temel amacı, hammaddesi Türkiye'de olmasına karşın dışardan ithal edilmek zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı.


Atatürk, Milli Ekonomi Politikasını hedeflerine ulaştırmak için; Aşarın Kaldırılması Hakkında Kanun, Veraset ve İntikal Kanunu, Uluslar Arası Takvim ve Saatin Kanunu, Kabotaj Kanunu, Teşviki Sanayi Kanunu, İcra İflas Kanunu, Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Tapu Kanunu, Medeni Kanun vb. ekonomi ile ilgili temel kanunları yasalaştırmış; Etibank, Sümerbank, Denizbank,Emlak ve Eytam Bankası, Türkiye Sanayi ve Kredi bankası, PTT, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, DİE, AOÇ, THY, Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü, MTA, EİEİ, TİGEM gibi yıllarca ekonomiye yön verecek olan kurumları oluşturmuştur.


2) Yabancı sermayenin elindeki stratejik hizmetlerle, madenlerin devletleştirilmesi:


22.nisan.1924 tarihinde Anadolu demiryollarının devletleştirilmesi hk kanun kabul edilerek çeşitli tarihlerde demiryolu hatları devletleştirilmiştir. Ayrıca; 1.Nisan.1924’de Ergani Bakır İşletmesi, 12.Haziran.1933’de İzmir Rıhtım Şirketi, 1.Ocak.1934’de İstanbul Rıhtım şirketi, 9.nisan.1935’de İstanbul Telefon Şirketi, 1.şubat.1936’da İzmir Havagazı şirketi, 25.ocak.1938’de İzmir Telefon İşletmesi,11.Nisan.1938’de Üsküdar – Kadıköy Su Şirketi, 23.Mayıs.1938’de İstanbul Elektrik şirketi devletleştirilmiştir. Daha doğrusu millileştirilmiştir. Çünkü devletleştirilen bu işletmelerin tamamı yabancı sermayeye aitti.


Dün, Atatürk ulusal çıkarlarımız için Stratejik hizmetleri millileştirirken, bugün IMF’in, Dünya Bankasının talimatlarıyla Tüpraş, Türk Telekom, THY gibi kuruluşlarımız yabancılara satılmak istenmektedir. Buna karşı çıkanlar da, ekonomiyi felce uğratmakla, çağı anlayamamakla suçlanabilmektedir.


3) Demiryolu Ağının Genişletilmesi


Mevcut ulaşım sisteminin kapitülasyonlar döneminde genellikle tarım ürünü ihracatına yönelik merkezlere bağlanmış olması, ekonomiyi sektörlerarası birbirini tamamlayıcı üretim imkanlarından mahrum bırakmıştı. Öyle ki, Anadolu’dan İstanbul’a ürün taşımanın maliyeti, 1923 yılında New York’tan İstanbul’a aynı ürünü taşımanın maliyetinin üzerine çıkmıştı (7). Ulaşımın yetersizliği sanayileşmenin önündeki en büyük engellerden biriydi.


Bu nedenledir ki, demiryolu ağının genişletilmesi, Atatürk’ün ekonomik kalkınmada en önem verdiği konuların başında gelmiştir. 1923’de 3756 km. olan demiryolu ağı yaklaşık %100 artarak 1939’da 7324 km.ye ulaşmıştır. 1923’de bir kilometre karede 24 m olan demiryolu yoğunluğu 1939’da 51 m.ye yükselmiştir. Demiryolu ile taşınan yük miktarı ise daha çarpıcı bir şekilde artmıştır: demiryolları ile taşınan yük miktarı 1929’da 356 (milyon ton/km) den 1938’de %339 artışla 1.564 (milyon ton/km)’ye yükselmiştir. (8)


Demiryollarına önem verilmiş olması kara ve deniz ulaşımının ihmal edildiği anlamına gelmez. 1929-1939 yılları arasında karayolları ve demiryolları uzunlukları aynı ölçüde (%42) artmıştır.



 4) Tütün, şeker, alkol ve petrol Tekelinin devlete geçmesi:

Yabancı sermaye tarafından üretilen ve ithal edilen bazı ürünlerde, karaborsayı önlemek, üretimi kontrol etmek ve halkın sağlığını korumak için devlet tekeli elinde olmasını gerekiyordu. Özellikle Osmanlı döneminde hükümetleri etkileyen, ekonomik gücü büyük boyutlara varan, rejii idareleri diye adlandırılan yabancı tütün şirketlerinin gücünü yokeden Tütün tekelinin devlete geçmesi başlı başına bir devrimdir. 25.Ocak.1926’da Şeker, petrol ve benzin tekeli hk kanun, 9.haziran.1930 Tütün tekeli hk kanun kabul edildi . 1.haziran.1931’de Tekel Genel Müdürlüğünün kuruldu.

5) Milli Bankaların Kurulması ve Güçlendirilmesi.


Yabancı bankaların sistem üzerindeki etkisini dengeleyebilmek amacıyla 1924 yılından itibaren İş Bankası, Sümerbank, Etibank, Halk Bankası gibi ulusal bankaların kurulması süreci başlamıştır. Cumhuriyet kurulduğunda, Merkez Bankası görevini bir Fransız Bankası Olan Osmanlı Bankası yürütüyordu. Atatürk, Türk Para Piyasası'nın Türkler'in yönetiminde ve Türkler'in elinde olmasını istemiş ve ekonomiyi bu amaca ulaştırmıştır. 1930'da T.C. Merkez Bankası'nı kurarken danıştığı Dünya'nın iki ünlü Merkez Bankacısının (Almanya'yı korkunç "Weimar Enflasyonu"ndan kurtaran ve bu hizmeti nedeniyle "Mali Sihirbaz" ünvanı verilen zamanın Alman Merkez Bankası Başkanı Dr. Hjalmar Schacht ve yardımcısı Karl Müller'in) olumsuz görüşlerine rağmen Merkez Bankasını kurmuştur.(9) Ancak 1930'dan sonra yabancı uzmanların önerilerine uygun olarak 1931'de 6127 kilo olan, T.C. Merkez Bankası altın mevcudunu, 1938'de 26190 kiloya ulaştırmış, Düyun-u Umumiye Borçlarının, 1933'te yapılan anlaşmaya uygun olarak ödenmesini sürdürmüş, ödemeler dengesi ile devlet bütçesi dengesini kurarak korunmasını sağlamış ve fiyat istikrarının bozmasını da kesin kararlarla önlemiştir.(10)


Atatürk yönetimindeki Türkiye’de 15 yılda mevduat miktarı 57 kat, mudi sayısı 122 kat artmış, Milli bankaların toplam mevduattaki payı %32’den %82’ye yükselmiştir.


Dün, bankacılıkta bu istikrarlı tablo varken; bugün Atatürk’ün kurduğu Sümerbank ve Etibank satılmış, satın alanlar tarafından hortumlanan bu bankalara devlet (TMSF) yeniden el koymak zorunda kalmıştır. Halk Bankasının, Ziraat Bankasının yabancılara satışının hazırlıkları yapılmaktadır. HSBC Bank gibi Citi Bank gibi yabancı Bankalar ülkemizin en ücra köşelerine kadar şube açmıştır.



6) Sanayileşmeye Önem Verilmesi ve Sanayi Kentleri oluşturulması.

1925 Yılında devlet sermayesiyle Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. Bankanın amacı fabrika kurup yönetmek olarak belirlenmiştir. Bu bankanın desteğiyle Kayseri-Bünyan İplik Fabrikası TAŞ, İsparta İplik Fabrikası TAŞ, Kütahya Çini İşleri TAŞ ve bunlar gibi bir çok özel kuruluş devletin de ortak olmasıyla faaliyete geçmiştir.(11).


Atatürk'ün yatırım politikasının temel amacı, sağlam kaynaklarla finanse etmek şartıyla, en kısa zamanda ülkenin bütün faaliyet alanlarının ve bütün bölgelerinin kalkındırılmasıdır.(12)


Atatürk Döneminde gerek Devletçe kurulan gerekse özel sektöre kurdurulan fabrikaların tüm yurt sathına dağıldığı görülür. Alpulu, Uşak, Turhal ve Eskişehir’de Şeker Fabrikaları, Nazilli, Bünyan,Ereğli ve Kayseride dokuma fabrikaları, Keçiborlu’da Kükürt, Zonguldak’da Kok, Kayseri’de Uçak, Paşabahçe Cam, Ankara’da Çimento, Zonguldak’da Antrasit, Karabük’de Demir-Çelik, Gemlik’de Suni İpek ve Bursa’da Merinos dokuma fabrikaları. Bu fabrikalar bu Anadolu şehirlerinin çehrelerini değiştirmiş buraları bir sanayi kentine dönüştürmüştür. Atatürk’ün bu politikaları daha sonraki dönemde de sürdürülebilse, fabrikalar ülke sathına dağıtılabilseydi, yüzlerce sanayi kentine sahip olurduk. Dolayısıyla bugün en önemli sorunlarımız olan; işsizlik, büyük şehre göç ve göçün getirdiği gecekondulaşma, arazi yağması, çevre kirliliği, kültür yozlaşması sorunlarından hiçbirini yaşamazdık.


Sanayileşme bahsi açılmışken uçak fabrikalarını ayrıca belirtmek gerekir. Ülkemizde İlk uçak fabrikası 1926 yılında Atatürk’ün desteği ile devlet tarafından Kayseri’de kuruldu. 1930’lu yıllarda dünyadaki üç en iyi avcı uçak türünden biri burada üretiliyordu. Bu fabrika 1940 yılında kapatıldı. İlk özel uçak fabrikası yine Atatürk’ün desteği ile 1937yılında Nuri Demirağ tarafından İstanbul’da kuruldu. Burada onlarca yolcu uçağı üretildi.Bu fabrika 1945 yılında kapatıldı. Türkiye hariç, 1930’larda uçak üreten ülkelerin hepsi bugün uzaydalar. Kısacası Atatürk’ten sonra gelenlerin O’nun uzak görüşlülüğüne sahip olmamaları nedeniyle: eller aya biz yaya…


7) Üretimin, Tasarrufun,Yerli Malı Kullanmanın teşvik edilmesi


Özel sektörü geliştirmek, üretimi artırmak amacıyla 1927 yılında Sanayii Teşvik Kanunu çıkarıldı. Özel sektörce üretilen mal değeri 1927 yılında 15 milyon lira iken 1932 yılında 10 kat artarak 154 milyon liraya çıktı.(13) Atatürk'e göre, enflasyona gitmeden yatırımların hızlandırılabilmesi için, halkın tasarrufa yöneltilmesi ve halk tasarruflarının büyük yatırımları gerçekleştirebilmek için birleştirilmesini sağlayan bir malî yapının kurulması gereklidir. Bu amaçla 18.Aralık 1929’da Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurularak tasarruf teşvik edildi.4 Nisan.1929’dan itibaren “Yerli Mallar” 13.aralık.1930’dan itibaren “Milli İktisat ve Tasarruf” Haftaları kutlanmaya başladı.


Tüm bu çabaların sonucu, ihracat arttı ithalat dizginlendi.


8) Tarımda halka öncülük, tarımsal üretimi geliştirici tedbirler


“Türkiye'nin gerçek efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak olan köylüdür.. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisadi siyaseti aslî gayeyi gözetir.1 Mart 1922” özdeyişi Atatürk’ün tarım politikasının özetidir.

Türkiye'nin tarım alanındaki temel sorunu toprak kıtlığı değil, sürekli savaşlar ve azalan nüfus nedeniyle daha da şiddetlenen emek kıtlığıydı. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu durum öylesine ciddi boyutlara ulaşmıştı ki; hükümet, ucuz emek sağlamak ve hayatî tarım üretimini sürdürebilmek için angaryaya başvurmak zorunda kalmıştı. 1923 yılına gelindiğinde yeni devletin sınırları içindeki nüfus -ve onunla birlikte ülkenin üretim kapasitesi- yüzde 20 oranında azalmıştı.(14) Atatürk "memleketimizin genişliğine nispetle nüfusumuz az olduğundan ziraat hususunda makine ve fenni aletler kullanmaya diğer memleketlerden daha ziyade bir mecburiyet vardır" diyordu. Bilimsel tarımın üstünlüğünü köylüye göstermek için Devlet Üretme Çiftlikleri kuruldu. Atatürk, Atatürk Orman Çiftliği’ni bizzat kurdu ve yakından ilgilendi.
1927 yılında 210.794 olan pulluk sayısı 1936’da 410.365’e çıkarıldı. Tarım Kredileri de 1923 den 1938’e kadar, 8 milyon liradan 41 milyon liraya yükseltildi.1930 yılında tahıl ve un ithalatının yasaklanmasıyla , 5.3 milyon ton olan tahıl üretimi 1938 yılında 8.4 milyon tona, endüstri bitkileri üretimi de 351.000 tondan 704.000 tona çıkarıldı(15)

Aşarın ve iltizamın kaldırılması, Zirai Kredi Kooperatiflerinin kurulması da tarımın geliştirilmesi için atılmış önemli adımlardır.

Tüm bunların sonucunda, 1923 yılından 1938 yılına, besin maddelerinin toplam ithalat içindeki payı %16.8’den, % 2.8’e gerilemiştir (16)

Bir tarım ülkesi olan Türkiye, Atatürk’ten sonra sürdürülen yanlış politikalar nedeniyle, buğdaydan muza, tütünden büyük ve küçük baş hayvana tüm tarımsal ürünleri ithal eder duruma getirilmiştir. Türkiye bugün, onbinlerce ziraat mühendisi işsiz olmasına karşın, tarım alanının çok büyük bir bölümünü değerlendirememek gibi bir garabetin içindedir.


9) Tüm bunların sonucunda hızlı büyüme


Tüm bu çalışmaların sonunda, bu dönemde hızlı bir büyüme yaşanmıştır.

Cumhuriyet tarihinde dönemler itibariyle yıllık ekonomik büyüme :
1923-1938 yıllarında %8,
1939-1950 yıllarında %1,
1950-1990 yıllarında %5,
1990-2002 yıllarında %2.
Olarak gerçekleşmiştir.(17)

Bu büyümenin, yazımızın girişinde belirtilen o yılların çok olumsuz şartlarında gerçekleştiği, daha sonraki yıllarda çok olumlu şartlara rağmen o büyüme hızının yanına bile yaklaşılamadığı dikkate alındığında Atatürk döneminde gerçekleştirilen ve aşağıdaki tabloda özetlenen ekonomik gelişmeyi “mucize” dışında bir kelime ile tanımlamanın mümkün olmadığı sonucuna varılır.


Ekonomik Başarıyı Getiren Temel Ekonomik Politikalar


Bu dönemdeki ekonomik başarıların temelinde, liderin kararlılığı ve uzak görüşlüğü, yönetici kadronun ülke sevgisi, çalışkanlığı ve liderine bağlılığı yatmaktadır. Ayrıca kararlı bir şekilde izlenen ekonomik politikalar da, mucize denebilecek sonuçların alınmasına neden olmuştur.


Bu politikaları iki ana başlık altında değerlendirmek mümkündür: denk bütçe ve sıkı para politikası.


Atatürk bütçe dengesi üzerinde çok titizlikle durmuştur. Bu konuya çok önem vermesinin temel nedeni, Devlet Hazinesi'nin yurt içinde ve yurt dışında güçlü ve güvenilir olmasını zorunlu görmesidir. O'na göre, ekonomik bağımsızlığı sağlamanın başka yolu yoktur. Bu anlayışla ve Atatürk'ün yakın ilgisi ile yapılan 1924 - 1938 arasındaki 11 bütçenin kesin hesabı denk bağlanmış, 3'ü fazla vermiş, sadece 1'i açıkla ( Aşar vergisinin kaldırıldığı 1925 yılında ) kapanmıştır. (17)


Aşağıdaki tablo, daha sonraki dönemlerde görülemeyen, milletini gerçekten seven, işinin ehli kadrolar yönetim kademelerine gelmediği sürece bir daha görülemeyecek bir tablodur.


 Büyük Atatürk’ü bir kez daha rahmet, minnet ve özlemle anıyor, O’nu gerçekten anlayan, milliyetçi, anti emperyalist ve tam bağımsızlıktan yana kadroların ülke yönetimine gelerek, her konuda olduğu gibi ekonomide de “milli politikalar”ı yürütecekleri günlerin yakın olduğuna inanıyoruz


Dipnotlar.
1) Ahmet SAYAR, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, Der Yayınları, İstanbul, 1986.
2) Kurt STEİNHAUS Atatürk Devrimi Sosyolojisi Sander Yayınları İstanbul 1973
3) İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Evrensel Boyutları, Kültür Bakanlığı 2001
4) Feridun ERGİN, K. Atatürk, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 1978
5) Gülten DEMİR, Devlet-Ekonomi İlişkisinde Dönüşüm, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1994
6) Şevket Süreyya AYDEMİR, Tek Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981
7) Oya SİLİER, Türkiye'de tarımsal yapının gelişimi (1923-1938), Boğaziçi Ünv. İdari Bilimler Fakültesi Yayınları, İstanbul,1981
8) Kurt STEİNHAUS age.
9)İlhan TEKELİ ve Selim İLKİN, "1929 Buhranında Türkiye'nin İktisadi Politika Arayışları, "ODTÜ, Ankara, 1977.
10)Haldun DERİN, Türkiye'de Devletçilik, İstanbul, 1940,
11) Nazif KUYUCUKLU, Türkiye İktisadı, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1986.
12) M. A. AYSAN, Atatürk'ün Ekonomi Politikası, İstanbul Üniversitesi Atatürk Devrimleri Araştırma Enstitüsü, Birinci Baskı, İstanbul, 1980.
13) Kurt Steinhaus age.
14) Feroz AHMAD İttihatçılıktan Kemalizme:, Kaynak Yayınları, 1996 3.b
15) Kurt STEİNHAUS age
16) TC Ekonomi Yıllığı, Ankara 1938-1939
17) www.die. gov.tr
18) M. A. AYSAN, age.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
ATATÜRK’ÜN BALIKESİR’İ ZİYARETLERİ
Gazi Mustafa Kemal Paşa 29 Ocak 1923’te İzmir’de Latife(Uşaklıgil) ile evlendi. Bu evliliğin ilk haftasında da bir yurt gezisine çıkarak Balıkesir’e geldi.
Atatürk’ün Balıkesir’i ziyaretleri 7 kez oldu. Bunlardan ilki, 6 Şubat 1923’te gerçekleşti. İzmir’den trenle Balıkesir’e gelen Mustafa Kemal Paşa’nın beraberinde eşi ve Kazım Karabekir Paşa ile diğer zevat bulunuyordu.
Milli Kuvvetler Caddesi üzerine serilen halılar ve devasa taklarla süslenen cadde boyunca halkı selamlayarak Belediye binasına gitti ve burada yapılan geçit törenini izledi.
Balıkesir Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı büyük bir sevgi ve coşku ile kucakladı. Paşa geceyi Sacitzade Mahmut Bey’in evinde geçirdi.
7 Şubat 1923 günü öğleyin Paşa Camii’nde okunan mevlid den sonra minbere çıkarak bir konuşma yaptı. “Balıkesir Hutbesi” diye anılan bu konuşmasında “Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun” diyerek söze başladı ve kurulacak yeni devletin temel esasları ile devrimler ve cumhuriyete ışık tutan mesajlar verdi.
8 Şubat 1923’te Balya’ya oradan da Edremit’e geçen Mustafa Kemal Paşa 10 Şubat günü Balıkesir’e döndü ve 11 Şubat günü Balıkesir’den trenle ayrıldı. İzmir’e gitti.
Gazi Mustafa Kemal Paşa 8 Ekim 1925 günü Bursa’dan, Mudanya’ya oradan Ertuğrul yatı ile Bandırma’ya, Bandırma’dan de trenle Balıkesir’e geldi. Balıkesir’de ve Bandırma’da büyük coşku ile karşılanan Gazi Mustafa Kemal Paşa 10 Ekim 1925 Cumartesi günü Balıkesir’den özel bir trenle Soma’ya hareket etti.
Gazi Hazretleri’nin Balıkesir’e 3. Gelişi 13 Haziran 1926’ya rastlar. Vapurla Bandırma’ya gelen Gazi, oradan trenle Balıkesir’e geçti. Balıkesir’de kaldığı sürece bazı ziyaretlerde bulundu.15 Haziran 1926 Salı günü Balıkesir’den trenle hareket etti. Bu arada İzmir’de kendisine hazırlanan suikastı daha Balıkesir’de iken haber almış bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın, İsmet Paşa’dan aldığı bir telgraf üzerine treni Soğucak İstasyonunda bekletildi. 16 Haziran 1926 günü Mustafa Kemal Paşa’yı İzmir’e götüren tren saat 18.00 sıralarında İzmir Basmane Garı’na girdi.
7 Şubat 1931 Cumartesi günü Mustafa Kemal Paşa 4. Kez Balıkesir’e geldi. İzmir’den Balıkesir’e gelen Gazi, Balıkesir’de bazı ziyaretler ve konuşmalar yaptıktan sonra 8 Şubat 1931 günü özel bir törenle İzmir’e döndü.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir’e 5. Ziyareti 15 Ocak 1933 günü Ankara’dan çıkılan yurt gezisinin 5. Günü gerçekleşti. Gülcemal vapuru ile 20 Ocak 1933 Cuma günü gece saat 22.00’de Bandırma’ya gelen Mustafa Kemal Paşa, oradan özel treniyle Balıkesir’e hareket etti. 20/21 gecesini Balıkesir’e 20 km uzaklıktaki Yeniköy İstasyonunda geçirdi. 21 Ocak 1933 Cumartesi öğleyin saat tam 12.00’de Balıkesir’e vardı ve büyük bir tezahüratla karşılandı.
22 Ocak 1933 Pazar günü de saat 24.00 sıralarında gene özel treniyle Kütahya’ya hareket etti.
Mustafa Kemal Paşa’nın Balıkesir’i 6. Ziyaret 15 Nisan 1934 ile 16 Nisan 1934 arasına rastlamaktadır. Bu gezisinde Gazi, Ayvalık üzerinden otomobille Balıkesir’e geldi. Bu arada Gömeç, Burhaniye, Edremit’i ziyaret ederek halkla konuşmalar yaptı.
Bu gezisinde 13 Nisan 1934’de Ayvalık’a gelen Mustafa Kemal Paşa, geceyi Edremit’te geçirdikten sonra 15 Nisan !934 Pazar günü Balıkesir’e gelmiştir. 16 Nisan 1934 Pazartesi günü de Balıkesir’den Ankara’ya hareket etti.
Son gelişi ki bu 7. Ziyaretidir. Misafirleri İran Şehinşahı Rıza Pehlevi ile birlikte oldu. Bu ziyaretinde Mustafa Kemal Paşa 24 Haziran 1934 Pazar günü, Soma üzerinden trenle Balıkesir’e geldi. 25 Haziran 1934 Pazartesi günü de Balıkesir’den otomobil ile Çanakkale’ye hareket etti.
Atatürk’ün Balıkesir ilini son ziyareti ise Savarona Yatı ile Erdek’e 24 Haziran 1938 günü gelmesiyle noktalandı. Bu gezisinde Atatürk Erdek’e hastalığı nedeniyle inemedi ama halkı yattan selamladı.
Kaynakça:Türkiye Cumhuriyetinin 75. Yılında BALIKESİR,Balıkesir Valiliği 1999
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
 

ATATÜRK’ÜN, FİLİSTİN UYARISI
in.jpg
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Filistin konusunda ne düşünüyor, ne söylüyordu? Ekteki belge Atatürk’ün Avrupa’ya Filistin konusunda ultimatom verdiğini ortaya koyuyor. Atatürk’ün Filistin ile ilgili Haziran 1937′de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşması:
Türkçe Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Gazi Mustafa Kemal Atatürk`ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde irad etmiş olduğu bir nutuktan bahsediyor. Aşağıdaki satırlar bu nutkunFilistin’e taalluk eden kısmından alınmıştır.
Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür.Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız.Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla itham edildik.Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bu gün kanımızı dökmeye hazırız.
Cedlerimizin, Selahaddin`in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bu gün, Allah`ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur.”
Arapça neşir : “Bombay Cronicle 27.07.1937 münteşir”
Türkçe Neşir: Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi
İşte o belge;
image00117.jpgimage0026.jpg


^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^

ATATÜRK’ÜN BİLGELİĞİ VE EDEBİ YÖNÜ

image00140.jpg

Tarihteki pek çok büyük devlet adamlarına ve liderlere baktığımızda onların başarılarında önemli rol oynamış bir bilge-edebiyatçı yanlarının bulunduğunu görürüz. Atatürk de bunlardan biridir.
Gazi Mustafa Kemal’i çağdaşı olan diğer ünlü Osmanlı subaylarından farklı kılan ve onu sonunda Atatürk yapan tek özellik, gerçekten salt onlardan daha başarılı bir komutan ve devlet adamı oluşumudur acaba? Yazar ve edebiyatçı Demirtaş Ceyhun “Edebiyatımı Geri İstiyorum” adlı deneme eserinde bunun böyle olmadığını usta bir yazar olarak ortaya koymaktadır.

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki, Sakarya’daki, Dumlupınar’daki tarihe mal olmuş üstün komutanlık başarılarının yanı sıra 19 Mayıs 1919’dan sonraki siyasal yaşamına ve gerçekleştirdiklerine bakılırsa, Atatürk’ün bilge kişiliğinin en az komutanlığı kadar, hatta daha da önemli olduğu açıkça görülür. Sivas ve Erzurum kongrelerinin ardından Ocak 1920’de  zar zor toplanabilmiş ve iki ay sonra 16 Mart 1920’de İngilizlerce dağıtılmış Osmanlı Meclisi-Mebusan’ı otuz sekiz gün gibi kısa bir süre içinde kaçan milletvekilleri ile Ankara’da bu kez ‘Büyük Millet Meclisi’ gibi hiçbir özel anlamı bulunmayan, tanıyanı da olmayan bir adla yeniden açmasına, hele hele neredeyse tamamı şeriat ve hilafet yanlısı olan bu milletvekilleriyle savaşı kazanarak laik bir cumhuriyet kurmasına, sonra da başta Türkçe ile eğitim olmak üzere gerçekleştirdiği onca devrimlere bakıldığında Atatürk’ün bilge yönünün ne kadar üstün olduğunu yadsıyabilmek olanaksızdır.  

Kısacası Mustafa Kemal’i, yaşıtı Osmanlı ünlü paşalarından ayıran temel özelliği, hiç kuşku yok ki, kendisini toplumumuzun yetiştirdiği gerçek anlamdaki birkaç aydından biri yapan bu bilge kimliği, kesinlikle onlarla kıyaslanmayacak kadar yüce bir düşünce adamı oluşudur.
Bilindiği gibi bütün tarih boyunca kişinin bilge ve edebi kimliği, yani insanlığın ideolojik evrimini sağlayan bilgi üretimi ve birikimi de, öncelikle şiirle, türküyle, oyunla, söylenceyle, masalla, öyküyle, mizahla, kısacası edebiyatla oluşturulmuştur. Eski yunan düşüncesini oluşturan, Sokrates’ler, Platon’lar, Aristotales’ler hiç kuşku yok ki Homeros’un, Aisopos’un, Sophokles’in, Aristophanes’in, Pindaros’un şiirlerinin, oyunlarının, öykülerinin eserleridirler. Roma düşüncesinin temelinde Lucretius, Catullus, Vergilius, Horatius, Ovidius gibi büyük ozanlar yatmaktadır. Rönasans, Dante ile Boccaccio ile başlamıştır. Çağdaş Fransız düşüncesi Villon’ların, Ronsard’ların, Montaigne’lerin, Moliere’lerin, Corneille’lerin, Racine’lerin; çağdaş İngiliz düşüncesi de gene hiç kuşku yok ki Spencer’lerin, Bacon’ların John Lyly’lerin, Swift’lerin, Daniel Defoe’lerin, Shakespeare’lerin, Marlow’ların şiirleri, öyküleri, masalları, romanları, denemeleri, oyunları üzerine kurulmuştur.
Bu nedenle Mustafa Kemal de, kendini asker arkadaşlarından farklı kılan bu aydın bilge kişiliğini, daha ortaokul-lise sıralarındayken başlamış edebiyata olan ilgisinden, okumaya olan düşkünlüğünden kazansa gerek.

Nitekim kendisi de 10 Ocak 1922 günlü Vakit gazetesinde çıkan bir söyleşisinde “Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi’nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşımın kitaplarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum. İlgilenmeye başladım. Şiir bana cazip göründü fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat, ‘Bu tarzı iştigal seni askerlikten uzaklaştırır’ diyerek beni şiirle uğraşmaktan men etti. Şiir yazmak hakkında idadi hocasının koyduğu yasağı unutmuyordum fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi bende hep sürdü” diyerek daha manastır askeri idadisinde öğrenciyken şiir ve edebiyatla ilgilendiğini, şiir yazmasa bile edebiyata olan ilgisinin daha sonraki yıllarda da sürdüğünü belirtmektedir.
Sınıf arkadaşı Asım Gündüz’ün anılarında yazdığına göre de, Harbiye’de “Namık Kemal’in şiirlerini bir defterde toplamış” ve bu şiirlerin birçoğunu ezberlemiştir. Harp Akademisi öğrenciliği yıllarında da “Dünkü vilayetlerimiz olan Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Sırpların milli şairleri, ülkelerinin hürriyeti için, birlik ve beraberlikleri için şiir yazarken nerde bizim şairlerimiz?” diye hayıflanırmış.
Salih Bozok’a Sofya’dan gönderdiği bir mektupta da bir Fransız şairinden şiirler çevirdiğini yazmaktadır. Yani, edebiyata olan ilgisi subaylığı sırasında da sürmüştür.
Agop Dilaçar da bir yazısında, “Fransızcayı çok iyi biliyordu. Fransız romanlarını, şiirlerini Fransızca olarak asıllarından okumuş. Asker arkadaşlarından birinin dul hanımı Madam Corinne’e yazdığı mektuplarda bu romanlardan söz etmiştir. Türk edebiyatını, divan döneminden yeni akımlara dek iyi bilir, hele Tevfik Fikret’i çok severdi” demektedir.
Melda Özverim’in “Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü” adlı kitabında verilen bilgilere göre de, “İstanbul’da bulunduğu sürece Corinne’nin salonunda cumartesi günleri düzenlenen müzik ve şiir toplantılarına düzenli olarak katılmış” ve şiir okumayı yaşamı boyunca sürdürmüştür.
Ruşen Eşref Ünaydın da ‘odasındaki kitaplıkta’ bulunan kitaplara bakıp “Mustafa Kemal Paşa’nın savaşın durgun dakikalarının boşluklarını bile edebiyatla doldurduğu kanısına vardığını” yazmaktadır. Nitekim Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” kitabını okuyanlar da Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşının hazırlıklarının sürdüğü o yoğun günlerde dahi vakit bularak kitaplar okuduğunu, özellikle Reşat Nuri’nin “Çalı Kuşu” romanından çok etkilendiğini ve İsmet Paşa’ya da okuması için verdiğini göreceklerdir.
Atatürk’ün yaşamını kaleme alan farklı yazarların ortak hayranlıklarından biri, O’nun kitaplara olan dostluğudur. Çanakkale savaşının en şiddetli dönemlerinden birinde Mustafa Kemal’le görüşmek için cepheye giden gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını şöyle tarif eder: “Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac’ın Colonel Chabert’i, Manpassant’ın Boule de Suif’i, Lavendan’ın Servir’i duruyordu…” Atatürk Fransız yazarların eserlerinin çoğunu aslından okudu…

Anıtkabir Derneği’nin yaptığı saptamalara göre Atatürk’ün okuduğu bilinen kitap sayısı3997 ‘dir. Bu kitapların 1741’i Çankaya Köşkü’nde, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, üçü Samsun Gazi İl Halk Kütüphanesinde bulunmaktadır. Dernek güzel bir çalışma yaparak, Atatürk’ün okuduğu kitaplarda altını çizdiği, yanına işaret koyduğu paragrafları ve Ata’nın kendi el yazısıyla düştüğü notları özenle birleştirerek “Atatürk’ün okuduğu kitaplar” başlığı altında 500 sayfalık 24 ciltlik bir seri halinde yayımladı.

Sami Özderdim’in özenle hazırladığı “Atatürk Devrimi Kronolojisi”ni okurken her insanın mutlaka başı dönüyor olmalıdır. Şam’dan Bingazi’ye, Çanakkale’den Afyonkarahisar’a savaşlarla, Kurtuluş Savaşıyla yoğrulmuş bir ömür… Saltanatın kaldırılmasından eğitimin birliğine, laiklikten harf devrimine kadar devrimlere adanmış bir yaşam boyunca en çok ne yaptı diye sorarsak, galiba kitap okudu demek gerekir.
Ne dersiniz; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü böylesine büyük bir düşünür, eşsiz devlet adamı ve yüce bilge bir kişi yapan unsurların başında “O’nun okumaya olan düşkünlüğü ve sahip olduğu yüksek idealler gelmektedir” dersek bir gerçeği ifade etmiş olmuyor muyuz? Büyük adam olmanın öyle pek kolay olmadığını insan Atatürk’ü tanıdıkça daha iyi anlıyor.
Okuduğu kitapların sadece altını çizdiği bölümler bile 12 bin sayfa tutuyor. 24 yaşında eğitimini tamamladığında tüm ders kitaplarını toplayıp iki ciltlik kitap haline getirdiğini ve sonraki yıllarda yeri geldikçe onlardan yararlandığını görüyoruz. Okul bitti, ders bitti diyen öğrencilerden biri olmadı!…

Atatürk gibi bir dahi yetiştirmiş ulusumuzun bugün içine düşürüldüğü durum yürekler acısıdır. Ne yazık ki eldeki istatistikler halkın okumadığını gösterdiği gibi aydın geçinenlerin de yeterince okumadığını ortaya koymaktadır. Bilgisizlikleri konuşmalarından ve yazdıklarından olayları analiz edilişlerinden ortaya çıkmaktadır. Okumayan halk televole kültürü ile yetişmekte, böylece bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur! Gerçeklerden koparılmış, yoksul bırakılmış bir halkı güdülemek ve dini telkinlerle istendiği gibi yönlendirmek daha kolay olmaktadır. Son yıllarda neden büyük adam çıkaramıyoruz diye soranlara “Okumayan bir toplumdan daha ne bekliyorsunuz” diye sormak gerekir.
İşin daha da acı yönü, böylesine okuma özürlü bir toplumda yetişen günümüz kuşağı gelecek için daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü onlar geleceğimizi teslim edeceğimiz emanetçilerimizdir. Onlara okuma alışkanlığı kazandırmak ve Atatürk’ü doğru bir biçimde öğretmek zorundayız. Aslında, hepimizin hâlâ Atatürk’ten öğreneceği o kadar çok şey var ki!…

Atatürk’ün büyük eseri Söylevi okuyan herkes onun ne büyük usta bir yazar ve bilge bir edebiyatçı, eşsiz bir düşün adamı olduğunu takdir etmekten kendisini alamamaktadır. Atatürk’ün yolu, kitap dolu…
Ne mutlu kitap okuyorum diyene! O’nun yolunda yürüyene…

Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR
- ^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^--
 ATATÜRK TARAFINDAN KURULAN KURUM VE KURULUŞLAR…
Ocak 7, 2012

türkiye cumhuriyeti’nin dünyanın en itibarlı devletleri arasına girmesini sağlayan ve ulu önderin ileri görüşlülüğü ve ülke kalkınmasına verdiği önemin birer belgesi olan teşkilatlardır.
biliyorum ki listeyi sonuna kadar okumaktan sıkılıp son paragrafı okumayacaksınız, o halde biz de yorumumuzu yazının başında yapalım.
atatürk tarafından düşünülen, kurulan ve uygulamaya geçirilen bu kuruluşlar, fabrikalar, işletmelerin hacim ve sayısına değil türkiye cumhuriyeti, dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir iktidar tarafından başarılamamıştır.
tüm bunlar olurken türkiye cumhuriyeti’nin yeni ve savaştan çıkmış bir devlet olduğu, üstelik 1929-1932 yılları arasında dünyada “büyük buhran” adı verilen ekonomik kriz olduğu, türk milleti’nin yeni devrimlere alışmaya çalıştığı, türkiye cumhuriyeti’nin tüm bunları yaparken aynı zamanda osmanlı’nın dış borçlarını da ödediği ve yine tüm bunları yaparken bir allah kuruşu(rte’ye selam olsun) borç veya dış kredi kullanmadığı dikkate alınırsa, atatürk’ün ne denli büyük bir lider ve vatanperver olduğu daha iyi idrak edilecektir.

saygılarımla.
buyrun liste;
1920 – anadolu ajansı.
1923 – Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu.
1923 – türkiye şeker fabrikaları.
1923 – uşak terakki ziraat t.a.ş.
1924 – Gölcük tersanesi.
1924 – Devlet Demiryolları.
1924 – tc ziraat bankası a.ş(ziraat bankası’nın şirketleşmesi)
1924 – Türkiye iş Bankası.

1924 – Türk Kadınlar Birliği.
1924 – Cumhurbaşkanlığı Orkestrası.
1924 – Türkiye Tütüncüler Bankası.
1924 – Anadolu Sigorta.
1924 – Bursa Karacabey Harası.
1924 – Topkapı Sarayı müzesi.
1924 – cumhuriyet gazetesi
1925 – Türk Hava Kurumu (Türk Tayyare Cemiyeti).

1925 – istanbul Liman işleri inhisarı.
1925 – Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü.
1925 – istanbul ve trakya şeker fabrikaları t.a.ş.
1925 – Gazi Orman Çiftliği.
1925 – Eskişehir Cer Atölyeleri.
1925 – sanayi ve maadin bankası.
1925 – Adana Mensucat Fabrikası.
1925 – Adana ve Bergama Müzeleri.
1926 – Türk Telsiz Telefon Şirketi.
1926 – Eskişehir Uçak Bakım işletmesi.
1929 – Alpullu Şeker Fabrikası.

1926 – istanbul’da inşaat demiri üreten ilk haddehane.
1926 – Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri.
1926 – Amasya, Sinop ve Tokat Müzeleri.
1926 – Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası açıldı.
1926 – Bakırköy Çimento Fabrikası.
1926 – Uşak Şeker Fabrikası.
1926 – devlet istatistik enstitüsü.
1927 – Bünyan Dokuma Fabrikası.
1927 – demiryolları ve limanlar genel müdürlüğü.
1927 – Ankara – Kayseri demiryolu.
1927 – Emlak ve Eytam Bankası.
1927 – Samsun – Havza – Amasya demiryolları.
1927 – Bursa Dokumacılık Fabrikası.
1927 – Eskişehir Bankası.
1927 – Ankara Arkeoloji Müzesi ve Sivas Müzesi.
1927 – Köy Öğretmen Okulları.
1927 – izmir Müzesi.
1928 – Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alınması.
1928 – Ankara Çimento Fabrikası.
1928 – Ankara Numune Hastanesi.
1928 – Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü.
1928 – Türk Eğitim Derneği (TED).
1928 – istanbul Bomonti’de Türk Mensucat Fabrikası.
1928 – Amasya – Zile demiryolu.
1928 – Malatya Elektrik Santralı.
1928 – Kütahya – Tavşanlı demiryolu.
1928 – istanbul’da Üsküdar, Bağlarbaşı ve Kısıklı’da tramvay hatları tesisi.
1928 – Ankara Palas oteli.
1928 – Gaziantep Mensucat Fabrikası.
1929 – Mersin- Adana demiryolunun yabancılardan satın alınması.
1929 – Ayancık Kereste Fabrikası.
1929 – Trabzon Vizera Hidroelektrik Santralı.
1929 – Fatih-Edirnekapı tramvay hattı.
1929 – Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları’nın yabancılardan satın alınması.
1929 – Haydarpaşa Limanı’nın yabancılardan satın alınması.
1929 – Kütahya- Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolları.
1929 – Paşabahçe Rakı ve ispirto Fabrikası.
1930 – Ankara – Sivas Demiryolu Hattı.
1930 – Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası.
1930 – Ankara Ziraat Enstitüsü.
1930 – Kayseri – Şarkışla demiryolu.
1930 – Ankara Etnografya Müzesi.
1931 – Bursa- Mudanya demiryolunun yabancılardan satın alınması.
1931 – Gölbaşı – Malatya demiryolu.
1931 – Bölge Sanat Okulları.
1931 – Tekel Genel Müdürlüğü.
1931 – Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
1931 – Türk Tarih Kurumu.
1932 – Devlet Sanayi Ofisi.
1932 – Samsun- Sivas demiryolu.
1932 – Diyarbakır Tekel Rakı Fabrikası.
1932 – izmir Rıhtım işletmesi’nin yabancılardan satın alınması.
1932 – Türkiye Sanayi Kredi Bankası.
1932 – Kütahya – Balıkesir demiryolu.
1932 – Ulukışla – Niğde demiryolu.
1932 – Halkevleri.
1932 – Türk Dil Kurumu.
1933 – Eskişehir Şeker Fabrikası.
1933 – Sümerbank.

1933 – Adana-Fevzipaşa demiryolu.
1933 – Ulukışla – Kayseri demiryolu.
1933 – iller Bankası.
1933 – istanbul Üniversitesi.
1933 – Zonguldak Yatırım Bankası
1933 – Kayseri Milli iktisat Bankası.
1933 – Samsun- Çarşamba demiryolu hattının yabancılardan satın alınması.
1933 – Halk Bankası.
1933 – Yüksek Ziraat Enstitüsü.
1934 – Bandırma- Menemen- Manisa demiryolunun yabancılardan satın alınması.
1934 – Keçiborlu Kükürt Fabrikası.
1934 – Turhal Şeker Fabrikası.
1934 – Isparta Gülyağı Fabrikası.
1934 – Basmane (izmir) – Afyon demiryolunun yabancılardan satın alınması.
1934 – Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikası.
1934 – bursa Süttozu Fabrikası.
1934 – Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası.
1935 – Aydın Demiryollarının yabancılardan satın alınması.
1935 – Amortisman Sandığı.
1935 – MTA Enstitüsü.
1935 – ETiBANK.
1935 – ETiMADEN.

1935 – Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.
1935 – Türkkuşu.
1935 – istanbul Rıhtım Şirketi’nin yabancılardan satın alınması.
1935 – Ankara troleybüs hattı.
1935 – Fevzipaşa – Ergani – Diyarbakır demiryolları.
1935 – Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası.
1935 – elektrik işleri etüt idaresi.
1935 – Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası.
1935 – Afyon – Isparta demiryolu.
1935 – Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası.
1935 – Ankara Mamak Gaz Maskesi Fabrikası.
1935 – Ayasofya müzesi.
1935 – Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi.
1936 – Ankara Çubuk Barajı.
1936 – Ankara Devlet Konservatuarı.
1936 – Edirne-Sirkeci Şark Demiryollarının yabancılardan satın alınması.
1936 – Haydarpaşa Numune Hastanesi.
1936 – Sümerbank Malatya iplik ve Bez Fabrikası.
1936 – izmit Kağıt ve Karton Fabrikası.

1936 – Elazığ Şark Kromları işletmesi.
1936 – izmir Enternasyonal Fuarı.
1936 – izmir Havagazı Şirketinin yabancılardan satın alınması.
1936 – istanbul Telefon Şirketinin yabancılardan satın alınması
1937 – Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma Fabrikası.
1937 – Kozlu Kömür işletmelerinin yabancılardan satın alınması.
1937 – Çatalağzı – Zonguldak demiryolu.
1937 – istanbul Resim Heykel Müzesi.
1937 – Ankara Bira Fabrikası.
1937 – Toprakkale – iskenderun demiryolunun yabancılardan satın alınması.
1937 – Ankara Motorlu Tayyarecilik Okulu.
1937 – Urfa Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği.
1937 – Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası.
1937 – Denizbank.
1937 – istanbul ve Trakya Demiryolları’nın yabancılardan satın alınması.
1937 – Diyarbakır – Cizre Demiryolu.
1937 – Yozgat Termo-Elektrik Santralı.
1938 – Gemlik Suni ipek Fabrikası.

1938 – izmir Telefon Şirketi’nin yabancılardan satın alınması.
1938 – Ankara Radyoevi.
1938 – Divriği Demir Madenleri.
1938 – Bursa Merinos Fabrikası.
1938 – Murgul Bakır işletmeleri’nin satın alınması.
1938 – Devlet Havayolları Genel Müdürlüğü.
1938 – Eskişehir ispirto Fabrikası.
1938 – istanbul Elektrik Şirketi’nin yabancılardan satın alınması.
1938 – Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO).
1938 – Sivas – Erzincan demiryolu.
1938 – Fiskobirlik.
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
 Atatürk’ün 10 El Yazısı Örneği

10
ÖZGÜRLÜK
27.1.1930, PAZARTESI
“ÖZGÜRLÜK, KIŞININ DÜŞÜNDÜĞÜ ILE DILEDIĞINI KESIN OLARAK YAPABILMESIDIR. BU TANIM, ÖZGÜRLÜK SÖZCÜĞÜNÜN EN GENIŞ ANLAMIDIR. KIŞILER, BU ANLAMDA ÖZGÜRLÜĞE HIÇBIR ZAMAN IYE OLAMAMIŞLARDIR, OLAMAZLAR. ÇÜNKÜ BILINMEKTEDIR KI KIŞI DOĞANIN YARATIĞIDIR. DOĞANIN KENDISI DAHI SALT ÖZGÜR DEĞILDIR; DOĞANIN YASALARINA BAĞLIDIR. BU NEDENLE KIŞI, ILK ÖNCE DOĞA IÇINDE, DOĞANIN YASALARINA, KOŞULLARINA, NEDENLERINE, ETKENLERINE BAĞLIDIR.”
9
DEVLETİN YURTTAŞ’A GÖREVLERİ
“YURTTAŞA KARŞI DEVLETIN GÖREVLERI. BU GÖREVLERIN NITELIKLERI INCELENIRSE ŞÖYLE BIR SIRALAMA YAPILABILIR : A- ÜLKE IÇINDE ASAYIŞI, ADALETI KURUP SÜRDÜREREK YURTTAŞLARIN HER TÜR ÖZGÜRLÜĞÜNÜ DOKUNULMAZ BULUNDURMAK. BU DIŞSAL SIYASET VE ILIŞKILERI, IYI YÖNETEREK VE IÇERDE HER TÜR SAVUNMA GÜÇLERINI SÜREKLI HAZIR BULUNDURARAK ULUSUN BAĞIMSIZLIĞINI GÜVENILIR VE ETKIN BULUNDURMAK.”
8
HALKIN EŞİTLİĞİ
“BIZ ÜLKE HALKI BIREYLERI VE ÇEŞITLI SINIF ÜYELERININ BIRININ ÖBÜRÜNE YARDIMLARINI, AYNI DEĞER VE NITELIKTE GÖRÜRÜZ. TÜMÜNÜN ÇIKARLARININ AYNI DERECEDE VE AYNI EŞITLIK SEVER DUYGUYLA SAĞLAMAYA ÇALIŞMAK ISTERIZ. BU BIÇIMIN ULUSUN GÖNENCI, DEVLET BÜNYESININ SAĞLAMLAŞTIRILMASI IÇIN DAHA UYGUN OLDUĞU KANISINDAYIZ. BIZIM GÖZÜMÜZDE TARIMCI, ÇOBAN, AMELE, SANATÇI, SÜER, SAĞALTMAN KISACASI HERHANGI BIR TOPLUMSAL KURUMDAKI ETKIN BIR YURTTAŞIN HALK, ÇIKAR VE ÖZGÜRLÜĞÜ EŞITTIR.”
7
TÜRK DEMOKRASİSİ’NİN YAPISI
” BILINMEKTEDIR KI TÜRKIYE CUMHURIYETI, DEMOKRASI ILKESINE DAYANAN BIR DEVLETTIR. DEMOKRASIYSE ASLI BAKIMINDAN SIYASAL NITELIKTEDIR. DÜŞÜNSELDIR; BIREYSELDIR; EŞITLIKSEVERDIR. DEMOKRASININ TEMEL NOKTALARINA GÖRE DEVLETIN GÖREVI, YURTTAŞIN SIYASAL ÖZGÜRLÜK VE ÇALIŞMASINI TATMIN ETMEK, YURTTAŞIN BILIMSEL, TOPLUMSAL, SANAT, AHLAK GIBI DÜŞÜNCE ALANLARINDA GELIŞMESINI SAĞLAMAKLA ILGILENMEK VE YURTTAŞIN, ULUSAL EGEMENLIĞE YÖNTEMI ÇERÇEVESINDE KATILIM HAKKINI TAŞIMASI VE BÜTÜN YURTTAŞLARIN DA AYNI SIYASAL HAKLARI TAŞIMASIDIR. ”
6
TÜRK ULUSU’NUN ÖZ BİLEŞİMİ
” TÜRK ULUSUNUN OLUŞUMUNDA ETKIN OLDUĞU GÖRÜLEN BILEŞIMSEL VE TARIHSEL OLGULAR ŞUNLARDIR :
A.SIYASAL VARLIKTA BIRLIK
B.DIL BIRLIĞI
C.YURT BIRLIĞI
Ç.IRK VE KÖKEN BIRLIĞI
E.TARIHSEL YAKINLIK
F.AHLAK YAKINLIĞI
TÜRK ULUSUNUN BIÇIMLENMESINDE VAR OLAN BU KOŞULLAR ÖBÜR ULUSLARDA YETERINCE YOK GIBIDIR''


5
ATATÜRK’ E GÖRE DİN
“DIN, ULUSLUĞUN BIR PARÇASIDIR! ANCAK BAĞNAZLIĞIN ULUSLARI ÜMMET DURUMUNA DÜŞÜRECEĞINI UNUTMAMALIDIR!”
4
ATATÜRK’ ÜN VASİYETİ
“MALIK BULUNDUĞUM BÜTÜN NUKUT (NAKITLER) VE HISSE SENETLERIYLE ÇANKAYA’DAKI MENKUL VE GAYRIMENKUL EMVALIMI CUMHURIYET HALK PARTISI’NE ATIDEKI ŞARTLARLA TERK VE VASIYET EDIYORUM:
1- NUKUT VE HISSE SENETLERI, ŞIMDIKI GIBI, İŞ BANKASI TARAFINDAN NEMALANDIRILACAKTIR.
2- HER SENEKI NEMADAN, BANA NISPETLERI ŞEREFI MAHFUZ KALDIKÇA, YAŞADIKLARI MÜDDETÇE, MAKBULE’YE AYDA BIN, AFET’E 800, SABIHA GÖKÇEN’E 600, ÜLKÜ’YE 200 LIRA VE RUKIYE ILE NEBILE’YE ŞIMDIKI YÜZER LIRA VERILECEKTIR.
3 – SABIHA GÖKÇEN’E BIR EV DE ALINABILECEK AYRICA PARA VERILECEKTIR.
4- MAKBULE’NIN YAŞADIĞI MÜDDETÇE ÇANKAYA’DA OTURDUĞU EV DE EMRINDE KALACAKTIR.
5- İSMET İNÖNÜ’NÜN ÇOCUKLARINA YÜKSEK TAHSILLERINI IKMAL IÇIN MUHTAÇ OLDUKLARI YARDIM YAPILACAKTIR.
6- HER SENE NEMADAN MÜTEBAKI MIKTAR YARI YARIYA, TÜRK TARIH VE DIL KURUMLARI’NA TAHSIS EDILECEKTIR.”
K. ATATÜRK
3
ATATÜRK’ E GÖRE TÜRKÇE
“ULUSAL DUYGU ILE DIL ARASINDAKI BAĞ ÇOK GÜÇLÜDÜR. DILIN ULUSAL VE VARSIL OLMASI ULUSAL DUYGUNUN GELIŞIMINDE BAŞLICA ETKENDIR. TÜRK DILI DILLERIN EN VARSILLARINDANDIR; YETER KI BU DIL BILINÇLE IŞLENSIN. ÜLKESINI, YÜKSEK BAĞIMSIZLIĞINI KURTARMASINI BILEN TÜRK ULUSU DILINI DE YABANCI DILLER BOYUNDURUĞUNDAN KURTARMALIDIR.”
GAZI M. KEMAL
2
ATATÜRK, TÜRK’ Ü ANLATIYOR
“BU ÜLKE, YERYÜZÜNÜN BEKLEMEDIĞI, ASLA UMMADIĞI BIR EŞSIZ VARLIĞIN YÜKSEK YANSIMASINA, YÜKSEK DÜZLEM OLDU. BU DÜZLEM, EN AZ 7 BIN YILLIK BIR TÜRK BEŞIĞIDIR. BEŞIĞIN IÇINDEKI ÇOCUK, DOĞANIN YAĞMURLARIYLA YIKANDI. O ÇOCUK DOĞANIN ŞIMŞEKLERINDEN, YILDIRIMLARINDAN, KASIRGALARINDAN ÖNCE KORKAR GIBI OLDU SONRA ONLARA ALIŞTI. ONLARI DOĞANIN BABASI TANIDI; ONLARIN OĞLU OLDU. BIR GÜN O DOĞA ÇOCUĞU DOĞA OLDU; ŞIMŞEK, YILDIRIM, GÜNEŞ OLDU. TÜRK OLDU. TÜRK BUDUR; YILDIRIMDIR, KASIRGADIR, DÜNYAYI AYDINLATAN GÜNEŞTIR.”
1
BENİ ANIMSAYINIZ

ATATÜRK, CUMHURIYET’IN 10. YIL SÖYLEVI TASLAĞINDA YER ALAN BU BÖLÜMÜ, GENEL YAZMANI HIKMET BAYUR’UN BU SÖYLEMIN ÖLÜMÜ ÇAĞRIŞTIRDIĞINI VE ULUSA VEDA ANLAMI IÇERDIĞINI SÖYLEYEREK KALDIRILMASINI RICA ETMESI ÜZERINE SÖYLEVDEN ÇIKARMIŞTIR.
“BU SÖYLEDIKLERIM GERÇEK OLDUĞU GÜN SIZDEN VE BÜTÜN UYGAR INSANLIKTAN DILEĞIM ŞUDUR : BENI ANIMSAYINIZ.”^
^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
TÜRKLER VE KAYIP KITA MU EFSANESI

“Efendiler,
Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişidir.”

Atatürk 1922′de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türklerin kökenine ilgisinin devamı da gelecekti…

Atatürk’ün cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda başlattığı araştırmalar, özellikle 1930′ların başında yoğunlaştı. 1930′da Tarih Heyeti’ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931′de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen cemiyetin çalışma alanını Türk ve Türkiye tarihi olarak belirledi. Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi.

Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; “Türk uygarlığı tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni Orta Asya’dır.”

Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu’nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu’nun ikinci Dil Kurultayı’nda yaptığı konuşmada yer alan “Güneş” yaklaşımı, sonradan tanışacağı Mu Efsanesinin Güneş kültü ve kendi tezi Güneş Dil Teorisi’yle doğrudan ilintiliydi.

TARIH ÇALIŞMALARI, TÜRK TARIHININ ANA KAYNAKLARINI ARAŞTIRMAK, ARKEOLOJI YOLUYLA YENI BILGILER SAĞLAMAK, TARIHTE VE BUGÜN IRK KARAKTERLERINI ANTROPOLOJIK YÖNTEMLERLE SAPTAMAK GIBI NOKTALAR ÜZERINDE ŞEKILLENIYORDU.

Tarih ve Dil kurumlarının varlık nedeni de bu temellere yaslanıyordu. Atatürk, Türk uzmanların yabancı meslektaşlarına ihtiyaç duymadan arkeolojik kazılardan çıkacak yazıları inceleyebilmesi ve bu yoldan elde edilecek bilgilerle eski uygarlıkların gerçeğine ulaşmak amacıyla eski dillerin öğrenilmesi için de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni kurdurdu.

Orta Asya Uygarlıklarının Kökeni

Türk Tarih Tezi’nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932′de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek’in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.

Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi.

ATATÜRK’ÜN ÖZELLIKLE ALTINI ÇIZIP NOTLAR ALDIĞI BÖLÜMLER INSANLIĞIN YARATILIŞI, 64 MILYON NÜFUSLU BIR KITANIN BATIŞI, KITADAN GÖÇLER VE ÖZELLIKLE DE ORTA ASYA, UYGURLAR VE TÜRKLERLE ILGILIYDI.

Mayatepek başlangıçta bu temelden yola çıkıp raporlarında Amerika ve Meksika yerlilerinin dillerindeki Türkçe sözcükleri incelemiş ve yerlilerin kültürel kaynakları ve güneş kültünün dinlerindeki etkilerine yoğunlaşmıştı.

ANCAK 29 ŞUBAT 1936 TARIHLI 7. RAPORU ÇARPICI BIR BIÇIMDE BAŞLIYOR VE ŞAŞIRTICI BILGILERLE DEVAM EDIYORDU.

“Uygur, Akad, Sümer Türkleri’nin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor: Kuzey Amerika alimlerinden Cononel James Churcward 4 Kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta ‘Gan Edn ve Kuran’da “cennati Adn’namı altında zikri geçen ve Pasifik deniz’inde bulunan ‘Mu’ kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından 70 bin sene önce Maya namıyla çıkarak Asya’da Uygur, Hindistan Naga-Maya, Fırat nehri deltasında Akad, Mezopotamya’da Sümer, Kızıldeniz’in batısındaki arazisindeki Mayu ve Etiyopi kıtasında Tamil namlarını almış olan Mu çocukları tarafından bütün cihana yayılmış olduğu vesaire hakkında, şimdiye kadar Doğu’da ve Batı’da yayımlanan kitapların hiçbirinde görmediğim çok derin ve 50 sene süren incelemeler mahsulü malumata tesadüf ettim.”

Mayatepek Churcward’ın kitabından şunları naklediyordu: “Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizi’nde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.”

Raporda Mu’ya ait bazı sembolleri açıklayarak dünyanın dört bir yanına dağılan uygarlıkları da anlatıyordu:

“1.Kol: Bu kolu Mu’dan ‘Maya’ namıyla çıkarak Asya’nın doğu kıyılarına ayak bastıktan sonra ‘Uygur’ namı alan Mu çocukları teşkil etmektedir.

2.Kol: Bu kolu teşkil eden Mu çocukları gemilerle ve ‘Maya’ namıyla çıkarak Hindi Çini kıyılarına çıkmışlar ve oradan ‘Burma’ kıtası istikametinden Hindistan’a girerek oralarda, ‘Naga Maya’ namını alıp, bu namda büyük bir imparatorluk vücuda getirmişlerdir ve bu devlet 200 bin sene devam ettikten sonra yok olmuştur. Bu insanların bir kısmı Hindistan’ın batısından gemilerle Basra Körfezi’nin kuzeyinde Fırat Nehri deltasına girerek, bu yerlere ‘Akad’ ve daha kuzeye ilerleyerek bu havaliye de ‘Sümer’ adını vermişler ve kendileri de bu namı almışlardır.”

Churcward’ın yapıtı kaynak gösterilerek nakledilen bilgiler arasında şu satırlar da yer alıyordu:”Uygur İmparatorluğu ortadan kalkmadan önce Türk İmparatorluğu’nun mevcut olmadığı ve bu imparatorluğun, Uygur İmparatorluğu’nun yukarıda izah olunan felaketler neticesinde son bulmasından sonra, 10-11 bin sene evvel ortaya çıktığı ve ırktaşlarımız olan Akadlar’la Sümerler’in Orta Asya’dan değil, doğrudan doğruya 70 bin sene evvel Mu kıtasından çıkıp Hindi Çini, Burma, Hindistan yolu ile evvela Fırat deltasına ve müteakiben Mezopotomya arazisine yerleştikleri anlaşılmaktadır.”

^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^


“KARDEŞ KARDEŞE BORÇ VERMEZ”
Mustafa Kemâl Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta, “Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan Hükûmeti’nden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim” diyordu. Kâzım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan Hükûmeti’ne iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükûmeti arasındaki ilk resmî temastı. Azerbaycan’dan Türkiye’ye uzanan kardeş eli 1921 yılı içinde Nerimanov’un şahsî emriyle uzandı. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta “...Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz” diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern (sarnıç, tanker) petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu. Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yoluyla Azerbaycan dokuzbin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi.
Mustafa Kemâl Paşa 1921 yılında Nerimanov’a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov'a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg. altın gönderdi. Bunun 200 kg’ı devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silâh için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov, Türkistan’dan Moskova’ya ulaşan 10 milyon altın rubleyi Ankara’ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. 23 Mart 1921’de Azerbaycan Hükûmeti talep etmediği halde Türkiye’ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi. Nerimanov, Mustafa Kemâl Paşa’nın mektubuna yazdığı cevâbî mektubunda hergün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını belirtiyor ve sonra ilâve ediyordu: “Paşam, bizim Türk Milleti’nde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz.”
Kaynak: A. Şemseddinov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye - Sovyetler Birliği Alâkaları, s.66
Türkçenin Diriliş Hareketi
www.suatozer.com
www.yalcinmihci.com

^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^
Atatürk'ün uyarı notası

Tabu haline getirilen bazı otoritelerin Türk tarihi ve Türkler hakkında nasıl yanlış bilgiler verdiklerini söylemiştik. Bu tabu bazen yanılmaz bir ansiklopedi görünümünde de ortaya çıkıyor, işte bir örneği:

Fransızların 'Larousse' ansiklopedisi dünya çapında büyük bir eserdir. Bu ansiklopedide 'empaler' (kazığa oturtarak idam) maddesi açıklanırken "Türkler hâlâ idam mahkûmlarını kazığa oturturlar..." gibi bir cümle vardı. Bu yanlış, 150 yıldan fazla bir zaman sürüp gitti. Yenilenen baskılarda nice düzeltmeler yapıldığı halde bu madde düzeltilmiyordu. Fakat, tarihçi Raşit Erer'in(1)uyarısı ile gazeteci Abidin DaverCumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde konuyu ele aldı. Bu affedilmez iftirayı, utanç verici hatayı açıkladı. Bu yazıyı okuyan ATATÜRK, dakika kaybetmeden Fransız büyükelçisini huzuruna çağırdı ve ona, ültimatom nitelikli şu sözlü notayı verdi: "Bu büyük hatayı düzeltmez, buna benzer iftiralarınıza son vermezseniz, ülkemize bir tek Fransız yayını girmeyecektir. Fransız hocalar da gelmeyecektir!"
Bunun üzerine Fransız hükümeti Larousse'u yayınlayan yayınevine gerekli direktifi verdi ve ATATÜRK'ün istediği düzeltme yapıldı.
(1) Raşit Erer: Osmanlı imparatorluğu'nun son maliye nazırlarından. Cumhur/yet döneminde Galatasaray Lisesi'nde tarih öğretmenliği yaptı.


Cümle âlem bilir ki Türkler, İslâmiyet'ten önce de sonra da kazığa oturtma cezası vermemişlerdir, idam cezalarında bu usulü uygulayanlar Osmanlı imparatorluğu'nun egemenliği altında bulunan bazı tâbi devletler, meselâ voyvodalıklar idi. Osmanlı devleti de bu cezayı uygulayan voyvodaları, voyvodalık rütbelerini alarak cezalandırıyordu.

Bazı Batılı müelliflerde şu kompleks var: Türk uyruğuna, Türk hizmetine girmiş Avrupa kökenli bir idareci ya da Türk imparatorluğuna tâbi bir devlet, örnek bir harekette bulunmuş, güzel bir iş, bir buluş yapmışsa, onun milliyetini Romen, Yunan, Macar, Sırp, Fransız, Alman vb. olduğunu söyler, Türklerden hiç söz etmezler. Buna karşılık aynı kişiler ve tâbi devletler kötü bir iş yapmış, insanlığa aykırı bir davranış içinde bulunmuşlarsa, onların milliyetinden asla söz etmezler, bunu yapanın Türkler olduğunu söylerler.

Larousse'un 'empaler' maddesinde Atatürk'ün notası üzerine yapılan düzeltme ile ilgili bir hususu daha belirtelim: Fransızlar alelacele yaptıkları bu düzeltmede, maddenin altındaki satırı boş bırakmamak ve mizanpaj değişikliği yapmamak için "Türkler hâlâ kazığa oturtma cezasını uygular" cümlesini, "Mısır'da öldürülen Fransız Generali Kleber'in katili, kazığa oturtulmak suretiyle idam edildi" şeklinde değiştirmişlerdi. Oysa bu cezanın uygulandığı dönemde Mısır, Fransa'nın idaresinde ve o cezayı veren mahkeme Fransız genel valisinin denetiminde idi! Onun için, bu defa Fransızların itirazı ile, yeni baskılarda bu cümleyi de tamamen kaldırdılar.

Tabu haline gelmiş kişilerde veya kaynak eserlerde bilgi eksikliği yüzünden ya da kötüleme amaçlı bu türlü yanlışlar olursa, onları doğru kabul eden ve etkisi altında kalanlar da elbette bulunur."Larousse'tan daha iyi mi bileceksin?" diyenler bile bulunabilir.


http://www.dilimiz.com/tarih/genelbak.htm
><><><><><><><><><><><><><><><><><>><<>>>>><<<<<<>>>><>>>><>
Atatürk'ün Yazdığı Kitaplar
Atatürk'ün Yazdığı Kitaplar

Mustafa Kemal Atatürk, yaşamının her döneminde kitapla bütünleşmiştir. Bu okuma sevgisinin kendisine sağladığı bilgi birikimini zaman zaman yazmaya dönüştüren Atatürk, yaşamının farklı dönemlerinde farklı konularda kitaplar yazmıştır.
ATATÜRK'ÜN YAZDIĞI KİTAPLAR:
Mustafa Kemal Atatürk, yaşamının her döneminde kitapla bütünleşmiştir. Bu okuma sevgisinin kendisine sağladığı bilgi birikimini zaman zaman yazmaya dönüştüren Atatürk, yaşamının farklı dönemlerinde farklı konularda kitaplar yazmıştır. Yazdıkları gerek güncelliği, gerekse yol göstericiliği açısından bu gün dahi tartışmasız gerçekleri içermektedir. O'nun günümüzde hala geçerliliğini koruması ileri görüşlülüğünün ve akılcılığının göstergelerinden biridir. Mustafa Kemal, özellikle II. Meşrutiyet'in (23 Temmuz 1908) ilanından sonra tüm dikkat ve çalışmasını askerlik üzerine yoğunlaştırılmıştır. O, mesleki bilgileri artıracak yayınların yapılmasını gerekli görüyordu. Bu amaçla mesleğinin ilk yıllarından itibaren askerlikle ilgili birikimlerini aşağıda isimleri belirtilen kitaplarda toparlanmıştır.
1- Tâbiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Sureti Tahririne Dair Nesayih
2- Takımın Muharebe Talimi (Almanca'dan çeviri - 1908)
3- Cumalı Ordugâhı - Süvari: Bölük, Alay, Liva Talim ve Manevraları (1909)
4- Tâbiye ve Tatbikat Seyahati (1911)
5- Bölüğün Muharebe Talimi (Almanca'dan çeviri - 1912)
6- Zabit ve Kumandan ile Hasbihal (1918)
7- Nutuk (1927)
8- Vatandaş İçin Medeni Bilgiler (Manevi kızı Afet İnan adıyla yayımlandı) (1930)
9- Geometri (isimsiz yayımlandı) (1937)
NUTUK (Söylev)
Nutuk'u PDF olarak indirmek için tıklayın
Yurdumuzun parçalanıp, işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklal Savaşı'nı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatan Nutuk, siyasi ve milli tarihimizin birinci elden, değerli bir kaynak eseridir.
Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.
Nutuk yalnız geçmiş devrin bir hikayesi olarak dünümüzü anlatmakla kalmayıp, yakın tarihimizden alınan ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilen bir değer taşımaktadır.
Nutuk, milleti ülkenin geleceğini belirleyecek olan milli birlik ilkesi etrafında bilinçlendirip, kenetlendirerek, milli irade ve milli hakimiyet kavramlarının harekete dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşundan Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan başarılı bir tarihi akışın hikayesidir.
1927 yılında tek cilt halinde yayımlanan, lüks baskı olarak basılan Nutuk görülmektedir.

1927 yılında tek cilt halinde yayımlanan, lüks baskı olarak basılan Nutuk'tan bir sayfa
Nutuk ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır. Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yapılmıştır. Yazı inkılabından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Milli Eğitim Bakanlığınca üç cilt olarak yeniden basılmıştır. Nutuk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezince yeniden basılmıştır.
BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ
"Bölük Muharebe Eğitimi" olarak yayınlanan eser, meskun yerlerde muharebe, savunma ve taarruz konularını kapsamaktadır. Meskun yerlerin sınırlayıcı durumlarının muharebeye etkisi, savunma mevziinin seçimi, savunma mevziinin hazırlanması, ateş sahalarının temizlenmesi, ateş taksimi, ateş tutmayan ölü bölgelerin kapatılması ve mevziin işgali gibi savunmanın esasını oluşturan konular işlenmiştir. Ayrıca taarruzda birliğin aldığı tertip ve düzen, ilerleme, ateş üstünlüğü, ihtiyatların kullanılması gibi taarruz harekatında her zaman karşılaşılacak konular ele alınmıştır.
Genç Kurmay Önyüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından, Almanca aslından tercüme edilen ve bağlı olduğu ordunun eğitimine katkısı olan bu eserden yeni nesillerin de faydalanabilmeleri için bugünkü Türkçe'ye çevrilmiştir.
CUMALI ORDUĞAHI
Cumalı Orduğahı; Makedonya bölgesinde, Köprülü - İştip yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu orduğahta, 3. Süvari Tümen Komutanı Tuğgeneral Suphi Paşa'nın komutası altında kurulan bir süvari tugayına eğitim ve manevra yaptırılmıştır. Bu manevraya katılan Mustafa Kemal, "Cumalı Orduğahı" adlı eserini yazmış; süvari, bölük, alay, tugay eğitim ve manevralarını anlatmıştır.
Mustafa Kemal bir kurmay subay olarak teorik bilgilere önem vermekte, ancak askeri tatbikat ve manevralardan sadece katılanların yararlanmasını yeterli görmemektedir. Bu yüzden, 10 gün süren bu tatbikat sırasında tututuğu gözlem notlarını, hazırlanan meseleleri ve komutanların yaptıkları eleştirileri yazmış, bol kroki ile küçük bir broşür haline dönüştürmüştür. 12 Eylül 1909'da tamamladığı bu eseri, Selanik'te 1909 yılında matbaa harfleriyle basılmıştır. Eser; 39 sayfa metin ve 7 adet krokiden oluşmaktadır.
"Cumalı Orduğahı" adlı kitabın ilk basım kapağı
TAKIMIN MUHAREBE EĞİTİMİ
Bu kitap; Berlin Askeri Üniversitesi eski müdürlerinden General Litzmann'ın "Seferber Mevcudunda Takım, Bölük ve Taburun Muharebe Talimleri" adlı eserinin ilk bölümünü oluşturmakta olup, Selanik'te 3.Ordu Karargahı'nda görevli, Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından Almanca'dan Osmanlıca diline çevrilmiş ve 1908 yılında Selanik Asır Matbaasında basılmıştır.
Kitabın özü; seferi tam mevcutlu bir takımın, değişik hava şartları ve çeşitli arazide, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulaması, avcı hattı teşkiliyle bir avcı hattının ateş muharebesi üzerinde toplanmaktadır.
"Takımın Muharebe Talimi" adlı kitabın ilk basım kapağı
Mustafa Kemal Paşa, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatın, önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır. Bu eserde, karşılıklı olarak kırmızı ve mavi muharebe birliklerinin Selanik-Kılkış arasında yaptıkları savunma ve taarruz uygulamalarının değerlendirilmesi yapılmıştır.
TAKTİK VE TATBİKAT GEZİSİ
Bu eserinde, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olamadığını vurgulaması yanında, komutan olan kişinin nitelikleri üzerinde de durmuştur. Bunlar ise; birliğini barışta ve savaşta eğitmek, yönetmek ve gözetmekteki üstün başarı, elindeki kuvvetin eksikliğini giderecek düşünce gücü ve astlarından her konuda üstünlüğü sağlamaktır. Bunun yanında, kişisel cesaret, başkalarının hareketini önceden seziş ve harekatını en uygun zamanda yapabilme yeteneği olmalıdır. Ortak amacın gerçekleştirilebilmesi için birliklerini başarılı bir şekilde yönetmeli, astları üzerinde etkili olmalı ve otoritesini kurabilmelidir.
Bu eserde ayrıca bir komutanın başarılı olabilmesi için bu kuralları sadece okumuş ve öğrenmiş olmanın yeterli olamadığı, bunların tatbikatının da önemi belirtilmiştir.
VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER
1930'lardan başlayarak uzun yıllar boyunca okutulan ve Prof. Dr. Afet Afetinan'ın yazdığı "Vatandaş için Medeni Bilgiler" isimli bu önemli eserin büyük bir kısmı Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat yazılmıştır. Daha sonradan eğitim kurumlarında "Yurttaşlık Bilgisi" adı altında okutulan bu derslere, Atatürk'ün büyük bir önem verdiği bilinmektedir. Atatürk bu önemli eseri ile yurttaşlık hak ve ödevleri konusunda, yetişmekte olan ve Türkiye Cumhuriyetinin istikbali olarak gördüğü nesli aydınlatıp bilinçlendirmeye çalışmış böylece gelecekte ülkenin yönetimini devralacak kuşaklara medeni ve çağdaş bir toplumun nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Eser bu açıdan oldukça büyük bir öneme sahiptir.
Atatürk'ün Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adlı kitabı için İsmet İnönü'ye  yazdığı mektup.
Afet İnan ve Recep Bey'in hazırladıkları Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitaplarının kapakları.
Atatürk'ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri İsimli Eserin Konu Başlıkları
- Ulus
- Toplumsal Özgürlük
- Başka Ulusların Ortaya Çıkışları
- Özgürlüğün Çeşitleri
- Ulusun Genel Tanımı
- Kamuoyu
- Ulusallaşma İlkesi
- Kamuoyunun Kendi Kendine Örgütlenmesi
- Türk Ulusçuluğu
- Gazeteler
- Devlet
- Dernek Kurma Ve Eğitim Öğretim Özgürlüğü
- Egemenlik
- Dernek Kurma
- Devlet Biçimleri
- Eğitim Öğretim Özgürlüğü
- Demokrasi İlkesinin İçeriği
- Haber Verme Ve Şikayet Hakkı
- Demokrasi İlkesinin Tarihsel Gelişimi
- Bireysel Hak Ve Siyasal Hak
- Demokrasi İlkesinin Belirgin Nitelikleri
- Özgürlüğün Korunması Ve Yaptırımları
- Cumhuriyet
- Bağnazlığı Aşma (Hoşgörülülük)
- Anayasamız
- İş Bölümü
- Demokrasiye Karşı Olan Çağdaş Akımlar
- Dayanışma
- Yurttaşa Karşı Devletin Görevleri
- Çalışma Meslek
- Özgürlük
- Meslek Nasıl Seçilir Ve Nasıl Gerçekleştirilir
- Özgürlüğün Tarihsel Gelişimi
- Yurttaşların Devlete Karşı Görevleri
- Bireysel Özgürlük

GEOMETRİ KİTABI
PDF olarak indirmek için tıklayın
Atatürk bu kitabı ölümünden birbuçuk yıl önce III. Türk Dil Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayı'nda kendi eliyle yazmıştır. Atatürk Arapça ve Farsça terimlerle dolu ders kitaplarının öğrenciler açısından öğrenimi geciktireceğini düşünmüştü.
Atatürk, Sivas Kongresi’nin toplandığı Sivas Lisesi’ne, Lise Müdürü ve Matematik öğretmeni Ömer Beygo ve Başyardımcısı Felsefe öğretmeni Faik Dranaz ve öteki ilgililerle Kongre salonuna geldiler. Burada önce, 4 Eylül 1919'da tarihî kongrenin toplandığı Kongre salonunu ve özel odasını gezdi ve o günkü dekoru aynen korunan bu oda ve salonda o güne ait hatıralarını anlattı. Sonra topluluk halinde Lisenin 9/A sınıfında programdaki Hendese (Geometri) dersine girdi. Bu derste bir kız öğrenciyi tahtaya kaldırdı. Öğrenci tahtada çizdiği koşut iki çizginin başka iki koşut çizginin kesişmesinden oluşan açıların Arapça adlarını söylemekte  zorluk çekiyor ve yanlışlıklar yapıyordu. Bu durumdan etkilenen Atatürk, tepkisini, “Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez. Dersler, Türkçe, yeni terimlerle anlatılmalıdır.” dedi ve tebeşiri eline alıp, tahtada çizimlerle “zaviye”nin karşılığı olarak “açı”, “dılı” nın karşılığı olarak “kenar”, “müselles”in karşılığı olarak da “üçgen” gibi Türkçe yeni terimler kullanarak, bir takım Geometri konularını ve bu arada Pythagoras teoremini anlattı.
Atatürk, dilimize karşılığı “koşut” olan “muvazi” kelimesinin yerine kullandığı “paralel” teriminin kökenini açıklarken Orta Asya’daki Türklerin, kağnının iki tekerleğinin bir dingile bağlı olarak duruş biçimine “para” adını verdiklerini anlattı. Atatürk, bu derste aynı zamanda ders kitaplarının birkaç ay içinde Türkçe terimlerle yazdırılıp bütün okullara ulaştırılmasını emir buyurdu.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından basılan Geometri kitabının kapağı

Eser, “Başlangıç Tarifler” başlığı altında; cisimlerde var olan üç boyutun açıklanması ile başlar. Daha sonra hacmin açıklaması yapılır. Hacim ile yüzey arasındaki fark belirtildikten sonra çizginin tarifi yapılır. Geometrinin nasıl bir ilim olduğu açıklanır. Eser üç kısımdan meydana gelmiştir.
Birinci Kısmında; Çeşit çizgilerin anlatımı yapılmasının ardından , çember başlığı altında dayire, yay, derecenin anlatımı misallerle verilip çap, yarıçap, kiriş, ok, kesek, değme kelimelerinin anlamı açıklanmıştır. Paralel sözcüğünün açıklanmasından sonra, açı tanımı yapılarak, çeşitli açılar misallerle anlatılmıştır. Devamında doğru çizginin türlü durumları ele alınarak doğru, eğik, yatay çizgiler misallerle açıklanmış, bu çizgilerden meydana gelen açıların tanımı ve derece olarak hesapları birer misalle anlatılmıştır. Çok kenarlarla çitlenmiş olan bir düzey parçası olarak tanımlanan poligonlar; üçgen, dörtgen, beşgen, altıgen, yedigen ve sekizgenlerin açıklanmasının ardından, üçgenlerin çeşitleri ve açı değerleri ile paralelkenar, dikey dörtgen, eşkenar dörtgen, kare ve yamuk da dörtgenler ismi altında yine misallerle açıklanmıştır.
İkinci Kısım; Düzeylerin Ölçülmesine ayrılmıştır. Birinci kısımda tanımı yapılan geometrik şekillerin alan hesaplarının nasıl yapılacağı yazılı olarak ifade edilirken, matematik işlemleriyle de bu anlatım misallendirilmiştir. Bazı düzeylerin alan hesaplarının işlemlerinde değişik çözümler de gösterilmiş ve buna ait örnek de eserde yer almıştır. Ayrıca, imsel şekillerin çevreleri ile alanları arasında oran hesaplamaları işlem olarak örneklerle gösterilmiştir.
Üçüncü Kısım ise Katıylar başlığı altında; silindir, pürüzma, koni, piramet ve yürenin anlatımları yanında, alan ve hacım işlemlerinin nasıl yapılacağı verilen misallelerle ifade edilmiştir.
Eserin son kısmında yer alan ‘Atatürk’ün geometri kitabında kullandığı ve tanımladığı terimler’ başlığı altında bir dizin verilmiştir. Atatürk’ün kullandığı ve tanımladığı terimlerin sayısının yüz yirmi dokuz olduğu, bu terimlerin abece sırasıyla verildiği, terimlerin tanımları Atatürk’ün üslubuna ve yazımına olabildiğince sadık kalınarak yapıldığı ifade edilmiştir. Ancak bazı tanımların sözlük düzeni içerisinde verilebilmesi için yalnızca söz diziminde küçük değişikliklere gidildiği belirtilmiştir.
Atatürk'ün Türkçe'mize kazandırdığı geometri terimleri; açı, açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, bölü, çap, çarpı, çekül, çember, dış ters açı, dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, gerekçe, iç ters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev, uzam, uzay, üçgen, varsayı, yamuk, yatay, yöndeş'tir.
Kaynak: “Tarihsel Bir Anı”, Bilim ve Teknik, Öner Kol Kasım 1981, Sayı: 180, sayfa:16.
Atatürk Geometri kitabı yazdı:
Agop Dilaçar Anlatıyor:
"Geometri kitabını Atatürk, ölümünden bir buçuk yıl kadar önce Üçüncü Türk Dil Kurultayı (24-31 Ağustos 1936)’ından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayı’nda kendi eliyle yazmıştır.
1936 Sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman’ın yanına katarak Beyoğlu’ndaki Haşet Kitabevi’ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca Geometri kitaplarından bir tane aldırttı.Bunlar Atatürk’le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak Geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu eser üzerinde çalıştı. Geometri kitabı bu emeğin ürünüdür.
Kaynak: Agop Dilâçar, “Geometri” kitabının “Önsöz”ü, Türk Dil Kurumu Yayını, 1981, s.V
Atatürk’ün, 10 Ocak - 9 Mart 1937 tarihleri arasında yazdığı bu eseri, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1937 yılında Devlet Basımevi’nde bastırılmıştır.“Geometri” adını taşıyan bu kitapta bu adın hemen altına şu kayıt düşülmüştür: “Geometri öğretenlerle bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığı’nca neşredilmiştir”.
SUBAY VE KOMUTAN İLE KONUŞMALAR
"Subay ve Komutan ile Konuşmalar" Atatürk’ün askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisidir. Bu eser, Atatürk, 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya askeri Ataşesi olarak bulunduğu sırada, Nuri Conker'in "Zabit ve Kumandan (Subay ve Komutan)" adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.
Genç subayın, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları nasıl sezdiğini; bunlara karşı tepkisiz kalmayarak üst makamlara hatalar ve çözüm yollarını nasıl sunduğunu; ülkenin içinde bulunduğu askeri ve siyasal durumdan duyduğu acıları kitabın birinci bölümünde bulmaktayız.
Atatürk, bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, insiyatif özellikleri hakkında, Nuri Conker'in görüşlerine katılmış ve kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.
Bunların yanı sıra, Türk kadınının, aslında toplumu yaratmada çok etkili olabilecekken, suskunluğu seçtiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktan kendini alamamıştır. Türk ulusu hakkında ise "Kuşkusuz bizim ulusumuzun karakteri de bütün karakterler gibi yükselmeye ve istenen şekle girmeye elverişlidir. Fakat kendi kendisine olmak koşuluyla..."dedikten sonra, dışarıdan ulusumuzun karakterine yapılmak istenen etkilerin amacına ulaşamayacağını vurgulamıştır.
Türkiye İş Bankası Yayınları tarafından 2006 yılında yayımlanan kitabın kapağı
Subaylarda ve erlerdeki insiyatif özelliğine eserinde geniş bir bölüm ayıran Atatürk, kendi dönemindeki ile daha önceki dönemlerde Osmanlı ordusunu kıyaslamıştır. Özellikle Trablusgarp Savaşı'nda edindiği deneyimler ile kendiliğinden hareket ve iş görme özelliğinin, olması gereken sınırını göstermiştir.
Atatürk, eserin son bölümünde, Kuzey Afrika'da birlikte çarpıştığı korkusuz ve yiğit silah arkadaşlarını anmış ve onları "yüksek askerlik niteliklerine" sahip insanlar olarak tanımlamıştır. Bu davranışı O'nun diğer bütün üstünlüklerinin yanı sıra insancıl yönüne de tanıklık eder.
Zabit ve Kumandan ile Hasbihal'in Özeti
BİRİNCİ BÖLÜM : GİRİŞ (Nuri CONKER)
Giriş bölümünde harp tarihinin askerlere tecrübe kazandırdığı, harp oyunları ve tatbikatların savaşın birer taklidi olduğu asıl tecrübenin savaşla kazanıldığı, birçok komutanın savaşı bizzat yaşayarak tecrübe kazandığı, Alman ordusunun bu tecrübeyi kazanmak için savaşı bile göze aldığı, savaşın savaşta öğrenildiği, ülke ve orduların savaşa her an hazır olması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Silah sistemlerinin çoğalması ve gelişmesi öğrenilecek bilgilerin çokluğunu gerektirdiğinden bahsedilmektedir. Ordunun Balkan yenilgisi üzerinde durulmakta ve nedenleri araştırılmaktadır. İnsan faktörü üzerinde durularak; seçkin insan nitelikleri ve fedakârlığa yakışır üstün ahlak ile taçlanmayacak olan teknikle ilgili bilgilerin dahi başarıya ulaşmada yeterli olmayacağı üzerinde durulmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM : SUBAYLARIN, ERLERİN KALPLERİNİ VE GÜVENLERİNİ KAZANMALARI VE MORAL GÜÇLERİNİ DESTEKLEMELERİ
İkinci bölümde Nuri CONKER; subayların, erleri kendi çocukları gibi görerek onları tanımaları lazım geldiğinden, disiplinin ordunun temeli olduğundan, her askerin amir ve üstlerinin isteklerine uygun iş yapmasının uygun olacağından, subayların erleri eğitirken anlayışlı olmaları gerektiğinden, silahın yurdumuza gözünü diken düşmanın bertaraf edilmesinde en etkili araç olduğu için iyi öğretilmesi gerektiğinden bahsetmektedir.
Birliklerde yapılacak törenlerin askerleri olumlu yönde motive edeceğinden, birlik sancaklarının kutsallığından ve manevi değerinden bahsederek askerlerle kendilerini yöneten subayların birbirlerine çok yakın olmaları ve birbirlerini tanımalarının lüzumundan söz etmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : TAARRUZ FİKRİ
Bu bölümde ise savaşın taarruz demek olduğundan, taaarruzun düşmana boyun eğdireceğinden bahsedilmektedir. Nuri CONKER savunmanın orduyu, düşmanın irade ve isteğine boyun eğmeye zorlayacağını yazmaktadır. Ordunun her türlü çalışma ve hazırlığının taaarruz etmek, hedef ve amacına yönelik olduğunu yazarak tarihten bu konuda örnekler vermektedir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : KENDİLİĞİNDEN İŞGÖRME VE SORUMLULUĞU YÜKLENME
Dördüncü bölümde Nuri CONKER bir subayın en büyük ve üstün vasfının uygulama kabiliyeti ile kendi kendine iş görmeye gerekli ve tutkun olması gerektiğini yazmaktadır. İnsiyatif tabir ettiğimiz bu konunun yukarıdan emir beklemeyen amir ve subaylar ile sağlanacağını yazarak talimnamelerden örnekler vermektedir. Nuri CONKER özetle bu bölümde; her komutanda kendiliğinden iş görme vasfının bulunması lazım geldiğini dikte etmektedir.
İKİNCİ KISIM : ZABİT VE KUMANDAN İLE HASBİHAL (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Kitabın ikinci kısmında Mustafa Kemal ATATÜRK, Nuri CONKER’in Subay ve Komutan isimli kitabıyla sohbet etmekte ve cevabi düşüncelerini yazmaktadır. Kitabın bu kısmı altı bölümden oluşmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM :
Bu bölümde ATATÜRK kitabı geç okuduğunu, ancak çok hoşuna gittigini, ordunun basiretsiz ve bilgisiz komutanların yönetiminde başarısız olabileceğini, subayların daima okuyarak kendilerini yenilemeleri gerektiğini yazmaktadır. Nuri CONKER’in bu konularda yazdıklarını düşündüğünü ve genelde kendisine hak vererek katıldığını belirtmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM :
Bu bölümde ATATÜRK, Nuri CONKER’in askerlerin canlarını hiçe sayma ve fedakârlık duygusu konusundaki düşüncelerine katıldığını belirtmektedir. Türkiye’yi çevreleyen ülkelerin genç nesillerini TÜRKİYE aleyhine yetiştirdiği üzerinde durarak tedbirlerin ona göre alınmasını istemektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM :
Bu bölümde Mustafa KEMAL Türk milletinin her ferdinin aileden itibaren ve askerliği müddetince kişinin ruhsal derinliklerine inilerek ulvi duygularla yetiştirilmesi lazım geldiği üzerinde durmaktadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM :
Atatürk bu bölümde ise başarının en güvenilir aracının taarruz olduğunu ancak taarruz ordusunu vücuda getirecek milletin taarruz ruhuna sahip olması gerektiğini anlatmaktadır.
BEŞİNCİ BÖLÜM :
Mustafa Kemal ATATÜRK bu bölümde de bir harekatın nadiren planlandığı şekliyle yürüyebileceğini, muhtemelen bir çok faktörün değişebileceğini işte değişebilen bu durumlarda askerlerin kendi insiyatiflerini kullanarak ve kimseden emir beklemeden karar vererek uygulamalarını salık vermektedir.
ALTINCI BÖLÜM :
Kitabın son bölümünde ise ATATÜRK hayatı hiçe sayma, taarruz düşüncesi ve kendiliğinden işgörme gibi askerliğin en önemli nitelikleri ile ilgili yaşamından ve anılarından örnekler vermektedir.
Çeviren: Emre Taylan - 176 sayfa, 2. hamur, Türkiye İş Bankası Yayınları, ISBN: 9754587566; Boyut: 16x24 cm; Baskı Tarihi: Haziran 2006, Özgün Dili: Türkçe
http://www.isteataturk.com/haber/3353/ataturkun-yazdigi-kitaplar
<<<<<>>>>>>>>><<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>><<<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>><<<<<<<<<>>>>>>
ATATÜRK’ÜN VERDİĞİ İSİMLER VE SOYADLARI
Soyadı kanunu çıktıktan sonra herkes soyadını Atatürk’ten almak havasında idi. O da karşısındakinin hal tercümesini ve başından geçen vakalara uygun bir soyadı takardı.1 Yazar Falih Rıfkı Bey2 , Atay soyadını almıştı. Kendisi şöyle anlatır: “Ben bir sabah drama dergisini açmış, ilk sayfalarda en sevimli kelimeyi soyadı almaya karar vermiştim. Atay o sabahki seçmemin eseridir. Hemen gazetedeki yazılarıma da yeni imzamı koymaya başladım, Atatürk bir akşam serzenişte bulundu:
“Sen kendine soyadı bulmayı bırakmadın” dedi.
“Her gün yazıyorum, sizin bu işe ne kadar değer verdiğinizi bildiğimden bir gün bile geç kalmak istemedim.”şeklinde cevaplar.3
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa aile geleneği olduğu için “Çakmak” soyadında ısrar etti. Atatürk hiç hoşlanmadı ama kendisini kırmadı. “Çakmak… Bir Komutan için hiç de hoş değil!...”demişti.4
SOYADI GÜNLERİYLE İLGİLİ BİR ANI
Dil davası ile uğraşmayanlardan ve dışişleri bakanlığı yüksek memurlarından Osman Grandi Saf fakat içi dışı bir, fakat içi de dışı da düzgün bir insandı. Grandi Mussolini'nin Dışişleri Bakanının adı idi. Bir akşam Atatürk kendisine “Ne taşıyorsunuz bu soyadını” diye sorar:
-“Çok eskidir, tarihidir, efendim” diye cevap verir.
Atatürk
-“Ne imiş tarihi bakalım?” der.
-“Efendim cedlerimizden biri gemi ile Mısır’dan geliyormuş, teknenin kaptanı imiş, yolda büyük bir fırtına çıkmış, imdat gelinceye kadar içindekilerin hepsi boğulmuşlar. Fakat; ceddim grandi direğine çıktığı için kurtulmuş soyadımızın hikayesi budur.”
Atatürk
-“Ne? Ne? Bütün gemidekiler boğulduktan sonra yalnız kendi canını kurtaran kaptanın hatırası mı olur? Beyefendi yalnız bu sebeple bırakınız da bir Türkçe ad takınız…” der.5
AKATÜRK
Latife6 Hanım'ın büyük dayısı olan İzmir’in Eski Belediye Başkanlarından Ragıp7  Paşa’nın Kızı Ayşe Talia hanım ile evli olan damadı Ali Rıza Bey’e Atatürk “Akatürk” soyadını verir.8
ALTAY
Atatürk General Fahrettin Altay’a9 Türk Generalleri arasında en uzun boylu olduğu için Altay Dağına benzetmek isteği ile bu soyadını vermiştir.10 Fahrettin Altay soyadı ile ilgili olarak Rusya’da bulunduğu sırada bir anısını da anlatmaktadır.11
Ertesi gün aynı saatte Varosilof’la odasında karşılaştığımız vakit ayakta ve elleri arkasında kaşları çatık bir halde ilk sözü:
-“Bu Altay adı nereden çıktı?” oluyordu. Gayet güleç ve arkadaş tavırlı Mareşalin bu yeni hali bir sürpriz olmuştu ki derhal kendimi topladım anladım ki beni Turancılıkla itham ediyor.
-“Arz ederim” dedim oturduk.
-“Ben de sizin gibi bunun sebebini düşündüm. Bu ismi İran-Efgan hududunda bulunduğum sırada Atatürk verdi. Gazi Hazretleri sevdiği arkadaşlarına espri yapmaktan hoşlanır ben Türk Generalleri arasında en uzun boylu olduğum için yakın bulunduğum Altay Dağı'na beni benzetmek isteği ile bu ismi verdiğine kani oldum."
Varoşilof gülümsedi, Onun boyu kısaca olduğu için bu sözler hoşuna gitmiş olacak ki güleç tavrını takındı.
ARIKAN
Saffet Arıkan’da12 Mustafa Kemal Sevgisi adeta bir aşk halini almış idi. Onun içinde bulmuş olduğu Atatürk terkibi Gazi Mustafa Kemal’in Beğenip soyadı olarak almasına ve  Saffet bey’e de “Arıkan” soyadını teveccüh etmiştir.13
BELLETEN
Uluğ İğdemir14 Anlatıyor: Türk Tarih Kurumu kurulduğundan beri bir belleten, bir bülten, o zamanki tabiriyle bir mecmua dergi çıkarmak fikri vardı. Bir gün Afet Hanım beni köşke çağırdı, yukarıya Çankaya’ya, Bülten meselesi de vardı gündemimizde onu konuşuyorduk. Bu sırada Atatürk geldi yanımıza,
-“Ne konuşuyorsunuz?” dedi. Atatürk
-“Bülten nedir?” diye sordu. Afet İnan
-“Bülten, yazıların çıktığı bir dergidir” dedi. Atatürk
-“Gelin şunu araştıralım” dedi. Bizi aldı, köşkte büyük bir çalışma odası vardı bir tarafı kütüphane, L şeklinde, aşağı yukarı 30 kişi alan uzunca bir masa vardı. Bununda gerisinde kendisinin çalışma odası vardı. Bizi büyük masaya oturttu ve kütüphane müdürüne sözlükleri getirttirdi. Küçük Larus geldi, Büyük Larus geldi, bakıldı, bülten kelimesi nereden geliyor diye… Bülten Fransızca’ya, İtalyanca’dan geçmiş, İtalyanca’ya Latince’den. Latince’si, damga, bilmem ne manasına geliyor…nihayet Atatürk Pekarski’nin Yakut Lügat’ini getirtti. Aşağı yukarı buna benzer, aynı anlamı taşıyan kelimelere var. Biz bunları konuşurken Saraçoğlu Şükrü15 geldi. Atatürk
-“Gel Saraçoğlu” dedi,
-“Biz bültenin Türkçe’sini araştırıyoruz sende bak gel” dedi. Konuşuldu falan ve nihayet belle, belge derken “BELLETEN” diye yazdı ve bana verdi.
-“Mecmuanın adını böyle yaparsınız” dedi.16
BOZKURT
2 Ağustos 1926 tarihinde, Ege Denizi’nin uluslar arası sularında (Midilli adası yakınlarında),  “Bozkurt” adlı kömür yüklü Türk gemisi ile “Lotus” adlı Fransız ticaret gemisi çarpıştı. Bozkurt  Gemisi battı ve 8 Türk gemicisi de kayboldu. Lotus gemisi, Bozkurt Gemisi'nin birkaç tayfasını ve kaptanını kurtararak İstanbul’a gelmişti. Bu sırada, kazada ölenlerin ailelerin şikayeti üzerine başlatılan soruşturma sırasında, Bozkurt gemisinin kaptanı Hasan ve Lotus gemisinin kaza sırasındaki görevli süvarisi Desmons tutuklandılar. Yapılan yargılama, 15 Eylül’de sonuçlandı; dikkatsizlik ve tedbirsizlik ölüme neden olmaktan Hasan 4 ay hapis ve Desmons da 80 gün hapis ve 22 lira para cezasına çarptırıldılar.
Fransa, kendi vatandaşını Türk mahkemesinin yargılamasına şiddetle karşı çıkmış ve hemen serbest bırakılmasını istemişti. Türkiye, Fransa’nın verdiği notayı reddederek; Türk adliyesinin bu davaya bakmaya hakkı olduğunu ve bağımsız mahkemenin aldığı kararın değiştirilmesinin mümkün olmadığını ileri sürdü. Daha sonra, her iki ülke arasında anlaşarak, konuyu Lahey Uluslar arası Adalet Divanı’na götürmeye karar verdiler.(1927)
Bozkurt-Lotus Davasının uluslar arası bir nitelik kazanması sonucunda, Türkiye’yi dönemin Adliye  Vekili ve Hukuk Devrimi’nin Mimarı Mahmut Esat17  savunmak istedi. Lahey’de Türkiye’yi başarılı bir şekilde savunan ve Adalet Divanı’na Türk tezini kabul ettiren Mahmut Esat’ın bu davayı kazanmasıyla birlikte, devletler arası hukuk alanında Türkiye’nin Batı devletleri ile eşit düzeyde olduğu eylemsel olarak ispatlanmış oldu. Mahmut Esat’ın bu başarısı nedeniyle Atatürk, Ona “Bozkurt” soyadını verdi.18
BOZOK
Salih Bey’e Bozok (Bilecik) Milletvekili olduğu için Atatürk tarafından Bozok soyadı verilmişti.19
Atatürk tarafından Salih Bozok'a verilen soyadı beratı.
ÇALIŞGÜVEN
Elazığ Halk evinde görevli olan ve çeşitli kültürel faaliyetlerde bulunan İhsan Bey çok gayretli bir kişidir. Atatürk Elazığ seyahatinde Halk evini de ziyaret eder. İhsan Beyle tanışır onunla sohbet eder bir ara kendisine “soyadın var mı?” diye sorar
-“Hayır Paşam yok almadım” diye cevap verince
-“O halde, sen çok çalışkan gayretli bir insana benziyorsun soyadın “Çalışgüven” olsun” der.20
DİRİK
İran Şahı Rıza Pehlevi Atatürk’ün Misafiri olarak Türkiye’yi Ziyarete gelmişti.21 Ege gezisi sırasında tanıştığı İzmir Valisi Kazım Paşa'yı22 dinç ve hareketli görür. Konuştuğu Azeri Türkçe’siyle “Maşallah Sen Dirik Paşa” demiştir.23
“Dirik” sözcüğü Atatürk’ün çok hoşuna gider ve 10 Aralık 1934 tarihinde “Kazım Dirik” oldu ifadeleri bir yazıyla Kazım Paşa’nın Soyadı Dirik olur.24
Kazım Dirik Paşa'ya Atatürk tarafından verilen soyadı beratı.
ERGÜVEN
Atatürk’ün hizmetkarı İbrahim Bey25 çok güvenilir bir kişi olduğundan Atatürk tarafından kendisine “Ergüven” soyadı verilmiştir.26
GÜRER
Cevad Abbas27 Bey 19 Mayıs 1919 da Atatürk’le beraber piyade yüzbaşı rütbesiyle Onun yaveri olarak Samsun’a çıkmıştır. Atatürk kendisine 30 Ocak 1933’de “Gürer” soyadını vermiştir.28
METE VE GÜRARI
Atatürk Selanikli olan iki berberinden Mehmet’e “Mete”, Rıdvan’a da “Gürarı” soyadlarını vermiştir.29
SÜLÜN
Bütün hayvanları seven Atatürk’ün atlara ayrı bir tutkusu vardı. Onların başlarını sırtlarını, yelelerini, kuyruklarını okşarken elleri sevgi ile titrer, gözleri sevgi ile parlardı.30
Günlerden bir gün Sabiha Gökçen31’i bahçeye çağırır. Yanında bir kısrak duruyordur.
Atatürk
-“İşte senin atın Sabiha, beğendin mi?”
Diye sorar.
Sabiha Gökçen
-“Çok güzel Efendim, tıpkı hayalimdeki gibi bir at” diye cevap verir.
Atatürk başını sallar.
-“Gerçekten de güzel bir hayvan, ben de beğendim. Tıpkı sülün gibi” der ve
-“Adını ne koyalım?” Diye sorar.
Sabiha Gökçen
-“Siz bilirsiniz”  diye cevaplar.
Atatürk birkaç dakika düşündükten sonra;
-“Mademki, Sülün gibi dedik, o halde Sülün olsun;” der
Böylece atın ismi Sülün olur.32
OKAN
1933 Senesinde Donanmanın en yüksek rütbesi ve kıdemli subayı Donanma Komutanı idi. O tarihte Deniz Kuvvetleri Komutanlığı teşekkül etmemişti. Mehmet Şükrü’ye33 “Okan” soyadını vermişti.34
OKYAR
Atatürk yakın arkadaşı Ali Fethi35  Bey’e Okyar soyadını verdi.36

Atatürk'ün Ali Fethi Okyar'a dostluğunu ifade etmek için verdiği soyad ve adının anlamını açıklaması

ÖNGÖREN
Dr. İbrahim Tali37 Bey’e Atatürk onun önden gelirliği ve önden yürürlüğü takdir ederek ona “Öngören” soyadını vermiştir.38
Trakya Umumi Müfettişi olan Dr. İbrahim Tali Bey 9 Ocak 1933 tarihinde İçişleri Bakanlığına yazdığı yazıda Atatürk “Öngören” soyadını verdi.
-“Yılın ilk gününden beri bu adı kullanmaktayım. Arz ederim” demişti.39
Atatürk onun önden gelirliği ve önden yürürlüğü takdir ederek onabu soyadını vermiştir.
PEKER
Recep40 Bey Prensip sahibi bildiği konularda ödün tanımayan, dik başlı, pek yürekli, halkın dört dörtlük dediği türden bir kişi olduğu için Atatürk ona “Pek-er” der ve Peker soyadını verir.41
SAYDAM
Dr. Refik42 Bey çalışkan ileri görüşlü kibar bir devlet adamı idi. Yaptıklarını söylememek fakat; söyledikleri yapmak tevazu ve azmine sahip olan Dr. Refik Bey’e Atatürk Şeffaflık anlamında “Saydam” soyadını vermiştir.43
Atatürk “Ben Ona niçin Saydam dedim, O içi dışı bir, tertemiz bir insan pırlantasıdır da ondan” derdi.44
ŞİRRET
Gazi Mustafa Kemal Paşa Trakya’dan köylerden gelen bir şikayet üzerine 23 Aralık 1930 günü Kemalköy (Doğanca) köyüne gitmiştir. Köy halkı, Atatürk’ün yakından tanıdığı çeltikçi Karabekir’in, çeltik ekerken sığır yolunu çeltik alanı içine soktuğu, hayvanların bu meradan istifade edemediğini ve sıtma hastalığından yakınıyorlardı.
Çeltikçi Karabekir ise kendisinin Edirne ve yöresinde çeltik ziraatını başlatmak suretiyle yeni iş alanı açtığını ve işsiz köylüye iş temin ettiğini pirinç ziraatının memleket ekonomisine olan katkısından örnekler vererek anlatırken, köylülerden Salih isminde bir ikide bir lafa karışırmış, adamın lafa karışmasına kızan Gazi köylüye sert bir şekilde hitap ederek;
-“Sus bire Şirret adam” diye hitap etmiştir.
Köylü Salih’in ismi Şirret Salih olmuş ve soyadı kanunu çıkınca soyadını Salih Şirret olarak almıştır. Salih Efendi bu soyadını Atatürk verdi der ve öğünürmüş.45
TÜRKER
Ermeni asıllı Bora Keresteciyen46 Kurtuluş Savaşı Boyunca gönüllü çalıştığı Hilâl’i Ahmer (Kızılay) aracılığıyla Anadolu’ya ilaç, tıbbi malzeme naklini sağlar 1934 yılından 1942’ye kadar Afyon Milletvekili olarak görev yapar. Atatürk Kendisine “Türker” soyadını vermişti.47
TANRIÖVER
Hamdullah Subhi48 Bey Romanya’da iken Türkiye’de 21 Haziran 1934’de Soyadı Kanunu kabul edilir. Hamdullah Subhi ve baba tarafından bütün erkek akrabaları eski aile isimleri olan “Kocamemi” yi soyadı olarak almayı düşünürler. Abdullah Subhi Bey Soyadı alışını şöyle anlatır:
-“Sofrada idik, Atatürk bana sordu”
-“Hangi Soyadını aldın?”
-“Cevap Verdim”
-“Eski bir aile ismimiz vardır, Kocamemi”
-Atatürk Memi’nin, Memo ve Memiş gibi Arapçadan geldiğini söyledi ve ilave etti;
-“Ben sana tam bir Türkçe bir isim vereyim Hamdullah’ın tercümesi “Tanrıöver”dir”
Atatürk bu ismi kendi eliyle kağıda yazdı, kağıdı sofranın üstünde duran geniş bir tasın içine koydu ve ;
-"Her ikisini de yadigar olarak sakla” dedi.49
UMAY
Türk çocuklarına verdiği kıymetli hizmetlerden dolayı Atatürk Dr. Fuat Mehmet Bey50 ’e Eski Türk dilinde çocukların koruyucusu kutsal Umay’a atfen kendisine “Umay” soyadını verir.51
ÜSTÜNDAĞ
Atatürk İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhiddin52  Bey’e “Üstündağ” soyadı vermişti. Atatürk Muhiddin Bey’in oğlunun sünnet düğününe geldiğinde yatağında yatmakta olan çocuğu okşar ve sorar;
-“Oğlum adın ne senin?”
-“Üstün”
-“Üstün, Üstün nedir?”
-“Efendim Üstün çok yüksek bir şeydir”
-“Dağ dağ gibi aslanların dolaştığı bir yerdir.”
Atatürk bu çocuksu anlatıştan pek hoşlanmış, gülmüş ve çocuğun sözünü ettiği “Dağ” kelimesine de dikkate alarak, “soyadı bulundu! Muhiddin Üstündağ” der.53
GÜZELSES
Yıl 1917, 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa ve Arkadaşları Diyarbakır Sem’an Köşkü’nde (şimdiki Atatürk Köşkü) bir akşam yemeğindedir.54 Bir ara, Hevsel Bahçelerinden tatlı, güzel, dokunaklı bir ses yükselir köşkün semalarına Bu büyüleyici sese kulak veren Mustafa Kemal Paşa, yandakilere
-“Bu sesi yakından dinlemek isterim” diye buyurur. Kısa bir süre sonra Diyarbakırlı Celal Paşa’nın huzurundadır. O,  henüz 17 yaşında bir gençtir. Paşa sorar:
-“Türkü söyleyen sen miydin?”
-“Evet efendim, evet paşam”
Paşa, Onu yanına oturtur, adını öğrenir ve
-“Bize de bir şeyler okur musun?” Demesiyle Celal, güzel Diyarbakır türkülerinden, hoyrat ve mayalarından bazılarını okur.
Celal, 1932 yılında İstanbul’a gider. Amacı, sesini bütün yurda duyurmak için, bir dizi plak doldurmaktadır. Bir gün Diyarbakır milletvekili Pirinççzade Fevzi Bey’le Karşılaşır. Fevzi Bey çok sevinir ve gece Dolmabahçe Sarayı’na gelmesini söyler. Saraydaki akşam yemeği sırasında Fevzi Bey, Atatürk’e “Paşam, Diyarbakır’dan bir hemşehrim plak doldurmak üzere buraya gelmiş, dinlemek lütfünde bulunur musunuz?” diye arzda bulunur. Atatürk “olur” deyince, Celal huzuruna alınır. Celal, ürkek bir eda ile Paşa’ya  doğru yürürken, Paşa, “Sen Celal değil misin?” diye sorar. Atatürk, Celal’ı tanımıştır, aradan 15 yıl geçmesine rağmen
-“Celal”
-“Evet Paşam”
-“Köşkte okuduklarını hatırlıyor musun?”
-“Evet Paşam”
Mecliste bulunanlar hayretle bir Paşa’yı, bir Celal’e bakarlarken, Paşa
-“Beyler, bu geceyi Celal Beyle geçireceğiz” der. Celal, getirilen saz ekibi eşliğinde, Diyarbakır’ın en güzel ve en beğenilen şarkı ve türkülerinden oluşan bir konser verir. Konserin bitiminde Atatürk ona iltifatta bulunur. Kitabın başına konan “Atatürk’ün Diyarbakırlılara Seslenişi” ni yazdırır. Sonra bir arzusu olup olmadığını sorar, Celal “Tek dileğim sağlığınızdır Paşam” der.
Atatürk
-“O halde senin ismin Şark Bülbülü Celal Güzelses olsun” diye buyurur.
Ve Celal Güzelses’in yaşamı boyunca gururla taşıdığı ve veraseti “Şark Bülbülü” simgesi olur.55
TUNCAK
Atatürk’ün manevi evladı Abdurrahim56’e soyadı yasası yürürlüğe girince tarihteki Türk komutanlarından Tuncak’ın adını Abdurrahim için soyadı olarak seçti.57
SALDIRAY, BATIRAY, ATILAY, YILDIRAY
1936 yılında Almanya’ya Ay Sınıfı İsmini verdiğimiz dört denizaltı gemisi sipariş edildi. 17 Ocak 1938 tarihinde Atatürk Başbakan Celal Bayar’a Denizaltıların ismini bildirir.58
                                             17.1.1938
         Başbakan Celal Bayar’a
Yeni dört denizaltı gemilerimiz için bildirdiğim isimler şunlardır:
         1) Saldıray   2) Batıray  3) Atılay    4) Yıldıray
Bunların manalarını izaha bile hacet olmadığı kanaatindeyim manalarını som Türkçe olan bu kelimelerin kendisindedir. Yeni saldıran, batıran, atılan, yıldıran.
                                            K. Atatürk
MUZAFFER
Salih Bozok59’un oğlu 1921 yılında İstanbul Bağlarbaşı’nda doğdu. Babası o sıralarda  Ankara’da olduğu için oğlunu ancak doğumundan üç ay sonra görebilmişti oğluna önce Mustafa Kemal adını koymak istemiş, ancak; Mustafa Kemal Paşa “Bugünlerde birbiri peşi sıra zaferler kazanıyoruz. Oğlunun adı Muzaffer olsun” demiş ve ismini koymuştu.60
İRDELP
Atatürk özel hekimi Neşet Ömer61’e İrdelp soyadını vermiştir. Yeğeni (Kız Kardeşinin oğlu) Dr.N. Kamil İrdelp62 , Dr. Bedi Şahsuvaroğlu63’na yazdığı 27.XI.1976 tarihli mektubunda “Atatürk’ün ailemize İrdelp soyadını vermesinin sebeplerinden biride, ta Selanik’ten itibaren babamın orada Baş şehbender (Konsolos) bulunduğu sıralarda annesine karşı daima koruyucu ve her hususta yardıma, bulunmuş olmasından ileri geldiği kanaatindeyim demişti.64
AYGEN
Atatürk 9 Şubat 1923 günü saat 17:00 de Edremit’e gelir.65 Eşi doktor olan Mahu Aygen66’in evinde eşi Latife Hanım’la birlikte kalırlar.67
Mahu Aygen Anlatıyor:
-"Aradan uzun bir zaman geçti. Zannederim 1936 yılı idi. İstanbul’da kardeşimin üyesi olduğu Ateş-Güneş Kulübüne uğramıştım. Yukarı çıkıp tam oturmuştum ki “Gazi Geliyor!” dediler. Bir hareket oldu ve akabinde de Gazi salona girdi, gelip yanımdaki koltuğa oturdu. Etrafındakilere “Soyadı aldınız mı?” diye soruyordu. Bana da “Soy adı aldınız mı?”diye sordu. “Hayır Paşam, henüz almadım. Aybüke almayı düşünüyorum” dedim . “Bunu  Aybuka yapalım” dedi. “Peki, emredersiniz” dedim ve beni  “Beni tanıdınız mı?” diye sordum. Şöyle yüzüme baktı… “Aaa…çok değişmiş siniz” dedi. “Evet Paşam, bende çok değişiklik oldu, 25 kilo verdim ve saçlarım sarıydı, şimdi kestane” dedim. “Tebrik ederim, bu kadar kilo vermek büyük muvaffakiyet” dedi. Hiç Edremit lafı etmedim. Hemen kalktılar gittiler.
Ertesi gün akşam 8’de sinemadan evime döndüm kapının önünde siyah büyük bir araba duruyordu. Bir bey bana doğru yürüdü, “ Sizi bekliyoruz hanımefendi” dedi. Şaşırdım.  “Gazi Hazretleri sofrada sizi yemeğe bekliyorlar, kaç saattir sizi arıyoruz, dün akşam soyadı için bir yanlışlık olmuş, Gazi üzülmüş, hem beraber bir yemek  yeriz , hem de yanlışlığı telafi ederiz” dediler. Bu zat  sonradan öğrendim ki  kalemi mahsus müdürü Hasan Rıza (Soyak) Bey’di.
Araba ile Dolmabahçe’ye gittik. Bir sürü salonlardan geçtikten sonra yukarı çıktık. Atatürk deniz tarafında büyük bir salonda uzun bir masa etrafında bazı kişilerle oturuyordu. Salona girdim. Bana gösterdikleri, Gazi’nin sağ tarafındaki boş sandalyeye oturdum.
Atatürk “Sizi çok bekledik, saat 9 olunca yemeğe oturduk, affedersiniz” dedi. Çorba içmişler, balık yemeğe başlamışlardı. Bana da hemen çorba geldi, acele içtim ve bana da balık geldi. Karşımda Meclis Reisi Kazım Özalp Paşa, yanında Fethi Okyar oturuyordu. Onları ve daha hatırlayamadığım birkaç ismi takdim etti. “Dil Kurumu” dedi. “Dün akşam size soyadı hakkında bir yanlışlık yaptım. Akşam geldim kitaplara baktım, meşgul oldum, uyuyamadım, ben böyle bir hanıma nasıl böyle bir isim verebilirim diye. Hem sizin nefis yemekleriniz gibi olamaz ise de bir yemek yemek, hem de bu yanlışlığı tashih etmek üzere davet etmek istedim” dedi. Ben tabii sıkılıyorum. Teşekkür ettim. Atatürk, “Şimdi bu isim meselesini sonraya bırakalım, görüyorum ki çok sıkılıyorsunuz, sizi takdim edeyim” dedi.
Ve başladı: “Bundan 13 yıl evvel Anadolu gezisine çıktığım zaman karım Latife Hanım yanımda olduğu halde bütün Anadolu’yu dolaştım. Tek bir kadınla karşılaşmamıştım. Edremit’e geldiğimiz zaman hanımefendi, zannederim eşi bir doktordu, bizi hanımlarla dolu bir cemiyetle karşıladı. Sayelerinde medeni bir gece geçirdik, güzel yemeklerini yedik, fakat hanımefendiyi üzmüşlerdi. Kendileri hazırladıkları halde halk bizi başka bir yerde yatırmak istemişti. Belediye Reisine sordum. “Halk çok galeyana geldi sizi misafir etmek için, kimi Hilali Ahmer’e para bağışlıyor, kimi kapıda 5 kurban keserim diyorlar” dedi. Halbuki bilemiyorlardı ki benim orada hanımları erkeklerle bir arada görmem 5 değil 1000 kurbana bedeldi. “Üzülmeyin, son sözümü burada söyleyeceğim, oraya uyumak için gideceğim …dedim” dedi. ve bana dönerek “Öyle yaptım değil mi hanımefendi?” dedi. Şaşırdım. Atatürk, “Siz hatırlamıyor musunuz?” dedi.  “Tabii ben hatırlarım Paşam, benim için çok kıymetli bir hatıra ve büyük bir şeref, nasıl unutabilirim” dedim.
Bana sigara ikram etti. Teşekkür ederek aldım. Fethi Bey sigaramı yaktı. Ömrümde sigara içmemiştim, hayatımda içtiğim ilk ve son sigara oldu. Sonra kahve geldi. Gazi kahveden sonra ikinci bir sigara daha ikram etti. Fethi Bey almamıştı, işaret ettim, yaktırmadım. Sigarayı çantaya koydum. Uzun yıllar bu sigarayı sakladım, sonradan içi boşaldı, sarardı ne yazık ki.
Gazi “Artık şimdi isim meselesine gelelim” dedi ve önündeki defterlerden bir kağıt kopardı. Bir şeyler yazıyor, aynı zamanda anlatıyordu. “Dün akşam sizden ayrıldıktan sonra düşündüm, geldim lügat’e baktım. Aybuka beyaz lale demektir. Biliyorum fakat aynı zamanda kelepçe manasına da geliyormuş. Ben bunu nasıl yaparım dedim. Bir isim bulmaya çalıştım. Hazır dil kurumu da burada iken sizi de davet ettim. Aygen’i buldum. Ama yine bir yanlışlık olmasın istiyorum. Aygen ne demektir diye onlara sordum. Kazım Paşa söylemek istedi, Gazi ona dönerek, “Sen sus, seninle dün akşam konuştuk” dedi ve önündeki kağıda yazdı. “Ay akıl, gen geniş manasına gelir. Tam size göre bir isim dedi” ve kağıdı aldım ve çantama koyduktan sonra Fethi Bey’e usulca, “Fazla rahatsız etmesem” dedim. Fethi Bey “Olmaz, kendisi izin vermeden kimse gidemez. O size, “Sizi bırakayım” deyince gidersiniz” dedi. “Peki” deyip yerime oturdum."
Atatürk'ün Mahu Hanım'a soyadı verirken el yazısıyla yazdığı not.

ÖZALP
General Kazım68 Bey’e soyadı Atatürk vermiştir.69 Kazım Bey için bir ara Sakarya soyadını düşünmüştü. Ancak adının “Alp Kazım” olması nedeniyle “Özalp” soyadını daha uygun bulmuştur.70
TEOMAN
TBMM Reisi Kazım Özalp’in oğlunun ismini Atatürk vermiştir.
Teoman Özalp Anlatıyor71:
Gazi Paşa özellikle Türk Tarihine çok ilgi duyardı. Milletin kökenlerinin hangi tarihlere, hangi kavimlere dayandığını araştırırdı. Eski Türk büyüklerinin isimlerinin Türk çocuklarına konulmasını isterdi. Tarih incelemeleri yaptığı bir günün akşamında, 16 Nisan 1931’de ani karar vererek yaverine, “Bu gece Meclis Reisi Kazım Paşa’nın evine gideceğiz  ve oğlunun ismini değiştirerek ona Hun İmparatorlarından birinin adını vereceğiz, paşaya duyurun” emrini vermiş.
Evimiz Yenişehir’de o zamanki adı Kazım Paşa Caddesi olan bugünkü Ziya Gökalp Caddesi ile Selanik Caddesi’nin kesiştiği köşede bulunuyordu. Beni yataktan kaldırdılar, giyindim, salona indiğimde Gazi Paşa 10-15 arkadaşı ile gelmişti. O güne kadar, babamın arkadaşı olan, Milli Eğitim Eski Bakanı Necati Bey’in verdiği “İlter” adını taşıyordum.
Gazi Paşa, Türk milletinin kökenlerini ve tarihini belirten bir konuşma yaptı. Hun İmparatorlarından birinin adını, bana ad olarak vermek istiyordu. Bugün bir hazine gibi sakladığım aşağıdaki notları yazdırdı ve imzaladı.
Asya Türk Hun İmparatorluğu:
Bu Türk İmparatorluğu’nun tesisinin tarihi, Çin’de İmparatorluk teessüsü tarihi ile başlar. Çin’in Milattan evvel 13. asra ait vesikaları bunu müeyyittır. Ancak bu büyük Türk İmparatorluğu’nun bizce malum olabilen imparatoru Teoman’dır. Teoman Milattan evvel 3. asır başında yaşamış büyük bir kahramandır. Çinliler bu kahramanın, Çin’de imparatorluk tesis etmiş olan büyük kahramanlarının neslinden geldiğini iddia ederler. Teoman’ın oğlu Türk imparatoru Mete meşhurdur. O, şarkta Kadırgan Dağları’ndan garpta Hazer Denizi’ne kadar, şimalde Sibirya’dan cenupta Himalaya eteklerine kadar geniş imparatorluk teşkil etmiş olan yüksek bir Türk hakanıdır. Mete Çin imparatoru ordularını büyük meydan muharebelerinde mağlup etmiş, Çin imparatoru iltica ettiği halde kalede muhasara etmiş, ancak karısının şefaatiyle ve fakat kendisine vergi vererek, tabiatını kabul eylemesi şartıyla, azat eylemiş bir Türk İmparatorudur.
Şimdi çocuğum bu satırları oku ve kendin için bir unvan ararken Teoman veya onun çocuğu Mete’yi düşün, bu ikisinden birinin adını ad edin. Bence Mete çok büyüktür. Bütün Türk tarihinde Oğuz efsanesinin atıf ve isnat olunabileceği  adam budur. Fakat düşünülürse Teoman elbette ondan daha büyüktür, çünkü her şeyi hazırlayan odur. Nitekim Makedonyalı, İskender büyük lakabı ile anılır, fakat hakikatte ondan daha büyük olan Filip’tir, çünkü İskender’in muvaffakiyeti için lazım olan siyasi ve askeri vasıtaları hazırlayan odur. Eyüp oğullarından Selahaddin haçlılardan Kudüs’ü kurtarmış olmakla büyük tanınmış bir Türk’tür. Fakat ondan daha büyük olan bizzat Selahaddin’i ve onu muvaffak eden orduları ve vasıtaları hazırladıktan sonra ölen büyük Türk Nureddin’dir ve bütün beşer tarihinde  silinmez satırlarla mevcudiyetini yazdırmış olan odur.
Şimdi çocuğum sen bu babalarla oğullarını mukayese et de, kendin için, sevebileceğin bir ismi ayırt et. Ondan sonra kendi hüviyetinin maddi ve manevi şahsiyetini ifade edecek bu unvan içerisinde yüksekliğini senden daima daha yüksek olan ve onun yüksekliği içinde kendini daima hiç sayacağın, milletine göster.
                                                               16. 4. 1931
                                                         Gazi Mustafa Kemal
İlkokul birinci sınıf öğrencisiydim. El yazısı okuyamamakla beraber söylenenler üzerinde düşünebilecek kadar bilinçlenmiştim. Gazi Paşa tek bir isim üzerinde beni zorlamıyordu.  İki isim ortaya koyuyor, birini seçmeyi bana bırakıyordu. Herhalde “Teoman” ismi kulağıma “Mete”den daha hoş geldi ki, ben “Teoman ismini seçiyorum” dedim  Gazi Paşa “o zaman ileride oğlun olursa ona Mete ismini koyarsın” dedi. Biraz sonra beni yukarıdaki odama yolladılar, toplantı devam etti.
Ertesi gün kanuni işlemlere başlandı ve isim değişikliği kısa sürede sonuçlandı. Artık ismim Teoman olmuştu. Bu isme alışmalıydım. Babam evdekilere “İlter” ismini kullandıkları takdirde beş kuruş ceza ile cezalandırılacaklarını söyledi. Ancak bu ceza hükümleri pek işlemedi.
Gazeteler Gazi Paşa’nın Kazım Paşa’nın oğluna Teoman ismini verdiğini yazdılar. 1931 yılı ortalarında ve hatta daha sonraki yıllarda doğan erkek çocuklarından bir kısmına babaları Teoman ismini koydular. Bu arada Mete ismini kullananlarında olduğu görüldü. Buğün ülkemizde 1931-1933 doğumlu çok sayıda Teoman isimliler vardır. Ben o tarihte 7 yaşımın içindeydim. Bu nedenle halen hayattaki Teoman isimliler arasında en yaşlısı olduğumu kesinlikle iddia edebilirim.
KIRAÇ
Atatürk tarafından Amerika Birleşik Devletlerine eğitimi geliştirmek için gönderilen Ali Numan72 Bey’e Anadolu’nun Kıraç topraklarında kuru ziraatla ilgili çalışmalarından dolayı “Kıraç” soyadını vermişti.73
ERİŞ
Atatürk İş Bankası Genel Müdürü Muammer74 Bey’e işinin eri bir insan olduğundan ona “İşer” soyadını vermişti. Sonradan yanlış anlamlara çekilen bu ad “Eriş” olarak değiştirilmişti.75
ATALAY
Atatürk çok sevdiği bir kimse olan ve meclis’te çok konuşan Besim76  Bey’e “Atalay” soyadını vermişti.77
DORUK
Tütün ticareti yapan tütüncü İhsan Namıyla anılan İhsan Bey Tokatlıyan Otelde Atatürk’ün dikkatini çeker. Atatürk kendisine ne iş yaptığını sorar. Tütün tüccarı olduğunu öğrenince soyadı alıp almadığını sorar. Almadığını öğrenince: “Soyadın Doruk78 olacaktır” der.
Ve yemek listesinin arkasına yazıp imzalar.79
ÇINAR
Tanınmış inkılâp ve siyasetçi adamlarımızdan biri olan Hüseyin Vasıf80 Bey’e uzun boyundan ve kuvvetli bünyesinden dolayı Atatürk tarafından “Çınar” soyadı verilmiştir.81
İNÖNÜ
Atatürk 26 Aralık 1934 tarihinde Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda İsmet82 Paşa’ya İnönü soyadını verildiğini belirterek şöyle demiştir.
Başvekil İsmet Paşa Hazretlerinin inkılap tarihimizin ilk şerefli ve parlak sahifesi olan meydan muharebelerinin baş kahramanı olmuş bulunması itibariyle soyadı kanunu icabı olarak alacağı aile isminin İnönü olmasını çok yerinde bulduğumdan kendilerine bu soyadını tevcih ettiğimi bildiririm.83
UZER
Hasan Tahsin84  Bey’e Atatürk tarafından Uzer Soyadı verildi.85
Atatürkün kendi el yazısı ile "Uzer" soyadını verdiği belge.
URSAVAŞ
Ali Saib86 Bey’e soyadı kanunu kabul edildikten sonra Atatürk tarafından Urfa’da Fransızlara karşı savaşta gösterdiği yararlıklar dolayısıyla “Ursavaş” soyadı verilmişti.87
ERKİN
Ulusal Demiryolculuğumuzun kurucusu olan Behiç88 Bey’e 5 Şubat 1935’te Atatürk tarafından “Erkin” soyadı verilmişti.89
HAZAR
11-20 Kasım 1937 tarihleri arasındaki Doğu Anadolu Gezisi90 sırasında Atatürk Gölcük gölünü; Hazar Gölü olarak Büyük Türk İmparatorluğunun adını hatırlatacak şekilde değiştirdi.91
İÇÖZ
Süleyman Sırrı92 Bey’e Atatürk tarafından “İçöz” soyadı verildi.93
YİĞİT
İbrahim Süreyya94  Bey’e Atatürk tarafından “Yiğit” soyadı verilmiştir.95
DAMAR
Zamir96 Bey’in ismi 1934 yılında Atatürk tarafından "Damar" olarak değiştirildi.97
GEREDE
Hüsrev98 Bey’e Atatürk tarafından “Gerede” soyadı verildi.99
DİYARBAKIR
İsmail Gürel100 anlatıyor:
1937 sonbaharında Diyarbakır ziyaretinde101 akşam saatlerinde Halkevi binasına teşrif ettiler, halk binaya doldu. Atatürk umumi müfettişlik için tahsis edilen orta yerdeki büyük locaya geldiler; ben de onun yanındaki locada arkadaşlarla birlikte idim. Alkış “yaşa” seslerinden Atatürk şu şekilde halka hitabetti: “Muhterem Diyarbakırlı hemşerilerim.” Ben birden afalladım! Diyarbekir’i Diyarbakır diye telaffuz ettiler. “25 sene sonra Diyarbakırlı hemşerilerime bu modern binanın çatısı altında hitabetmekten bahtiyarım” dediler. Üç defa Diyarbekir’i Diyarbakır olarak söylemesi tesadüf değildi herhalde. Başımı çevirdim, yanımda Belediye Reisini gördüm “Reis” dedim, “Paşa şehrin ismini değiştirdi. Şehrin ismi Diyarbakır oldu, arkadaşların hepsi burada, bir karar al imzalayalım, ne olur ne olmaz. Paşa bizlerle konuşurken bu mevzuu açacaktır, hazırlıklı olalım” dedim.
Reis yanımdan ayrıldı. Paşa halka hitabdan sonra salona geçtiler, bizler de gittik karşılarına oturduk. “Merhaba Diyarbakırlı arkadaşlarım” dedi. “Belediye Reisi Kim?” dedi. Reis kalktı “Bendeniz Paşam” dedi. Atatürk “Diyarbakır’ı çok iyi buldum” dedi. Reis Diyarbekirimiz sayenizde çok iyi olacak Paşam” dedi . Atatürk, “Sen Diyarbekir diyorsun, ben Diyarbakır diyorum, hangisi doğru?” dedi. Reis ve ben bir ağızdan “Diyarbakır” dedik. “Bugünden itibaren tensip buyurduğunuz isimle şehrin adı Diyarbakır olmuştur Paşam” dedik. Atatürk, “Tamam, şimdi ben sizlere bu ismi neden koyduğumu anlatayım. Burası hiçbir zaman bekirin diyarı olamaz, burası bakırın diyarı olur; çünkü Cenabıallah diyara bakır madeni vermiş, yakınına da keşker taşını vermiş, bakır için lazım olan suyu da vermiş. Onun için burası Diyarbakır’dır” dediler ve 1937 Ekim ayından sonra Diyarbekir şehrinin adı Diyarbakır olarak değiştirilmiş oldu.102
ELAZIĞ
Atatürk 16 Kasım 1937 günü gece Diyarbakır’dan Elaziz’e gelir. 17 Kasım günü Elaziz Halk evinde kendisine bir yemek verilir, Atatürk biraz rahatsızdılar. Salonun her köşesini ayrı ayrı selamladılar. Şair Fazıl Ahmet Aykaç’ı yanına çağırarak Elazizlilere bir kararını açıklamasını istediler. Aynen kendi ifadeleri ile dediler: “Şehirlerimizi şahıs isimleri ile adlandırmak yerine bundan sonra şehirlerin kendilerine has nitelikleri ile adlandırılmasını daha doğru buluyorum. Onun için bu gece burada Elaziz’in adını değiştireceğiz” dedi. Elaziz’in Elazık’tan bozulma olduğunu, aslının Elazık olacağını, azık kelimesinin Türkçe’de verimli anlamına geldiğini, Elazık’ın çok verimli bir yer, feyz ve bereket diyarı, halkının mert ve çalışkan olduğunu söyledi. “Türklerde eski bir adet vardır, çalışmaya gidenlerin yanlarına azık konur. Türkçemizde sona gelen k sesi yumuşar g olur. Onun için Elaziz bu geceden sonra Elazık olacaktır” der . Atatürk Ankara’ya döndükten sonra 10 Aralık 1937’de Bakanlar Kurulu kararı ile Elazık adını söyleme kolaylığını düşünerek Elazığ’a çevirdi.103
KORUTÜRK
1935 yılında Deniz Harb Akademisi Mezunu olan Fahri Sabit104 Bey bir akşam Karpiç105 ’te yemek yerken maiyetiyle Karpiç’e gelen Atatürk’le karşılaşır sivil giyimli olan Fahri Bey’i Atatürk’ün yanında olanlar yabancı birisi zannederler. Fakat Atatürk onun bir Türk genci olduğundan şüphe etmez. Aralarındaki sohbetten sonra Atatürk yardımcısına soyadı alıp almadığını sorar Fahri Sabit Bey Henüz soyadı almadığını söyleyince, Atatürk;
-“Biz bu memlekette bir takım inkılâplar yaptık ve bunların korunmasını şahsiyet sahibi Türk Gençliğine emanet ettik. İşte bu gençlerden biride sensin sana Korutürk soyadını versek ne dersin” diye sorar.
Fahri Sabit Bey Şükranla kabul edeceğini ve bu soyadını taşımakla hayatının en büyük şerefini bulacağını söyler.106
ARAS
Atatürk’ün yakın arkadaşı ve 13 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan Dr. Tevfik Rüştü107 Bey’e Aras soyadını vermiştir. Bu soyadını almasının nedeni Türkiye ile İran arasında sınır olarak kabul edilen Aras nehrinden geliyordu.108
ARI
Atatürk’e ondan sonraki Cumhurbaşkanlarına uzun yıllar hizmet eden Hüseyin’e Atatürk, Arı soyadını vermiştir. Bu soyadının öyküsü Atatürk anlatıyor:
"Soyadı kanunu çıktığı zaman Atatürk Köşk'te çalışanların soyadlarını kendisi koyup Ulus Gazetesi'ne vermişti. Bunlar orada basılmıştı.
Benim soyadım Özmen idi.
Bir gün yaverlerden biri “Seni Atatürk çağırıyor” dedi. Yanına gittim Dil Kurultayı Üyeleri ile oturmuşlar, yemek yiyorlardı. Çok kızgındı. Beni görünce eli ile işaret edip yanına çağırdı, korkudan ayaklarım titriyordu.
-“Sen ne yaptın?” diye bağırdı dizlerimin dermanı hepten kesilmişti, kekeleyerek;
-"Suçum neymiş Paşam?  Ben bir şey yapmadım" dedim.
Ne olacak Abidin109 Bey’in soyadını almışsın diye başını kaldırmadan söyledi.
-"Aman Paşam emirleriniz üzerine Ulus Gazetesi'nde adlarımız çıktı. Siz verdiniz bana bu soyadını dedim ama terden sırıl sıklam olmuştum. Öyle deyince getirin bana Ulus gazetesini dedi. Abidin Bey’e sen haksızsın bu işte, ben vermişim bu soyadını" dedi.
Afet İnan da orada idi. Söze katıldı. Bu iş kovalandığı her yere girip çıktığı için soyadını aralayalım dedi. Arı kondu. Oybirliği ile karalaştırıldı sonra bana dönen Atatürk:
-"Sakın bu sokucu arı değil, koyacağım: Arı kelimesinin iş anlamı var" der.110
TANDOĞAN
Atatürk Ankara Valisi olan Nevzat111 Bey’e Tandoğan soyadını vermiştir. Kendisi sistemli, düzgün ve metotlu çalışırdı. Sabahları çok erken kalkardı. Atatürk ona bu yüzden ve erkenciliğinden dolayı “Tandoğan” soyadını vermiştir .112
Atatürk kendi el yazısı ile “Nevzat oldu Tandoğan” ibaresini yazmıştır.113
Bu soyadının kendisine Atatürk tarafından tevcih edildiği gün Nevzat Bey son derece mutlu ve gururludur. Arkadaşı Kazım Atakul bu olayı şöyle anlatır114 : Kendisinin yanına girmiştim soyadı kanunun yürürlüğe girdiği günlerdeydi. Bana, senin soyadın ne? Diye sordu; “Atak ya da Atakul” sözcüklerini düşünüyorum dedim. Hayır, olmaz Atakul olsun dedi ve ilave etti.  Bak Kazım bana Ulu Önder Atatürk Tandoğan soyadını verdi. Ben onu tescil ettiriyorum dediler.
UYBADIN
Atatürk Mehmet Cemil115 Bey’e Uybadın soyadını verdi.116
BARAN
Atatürk Bekir Sami117 Bey’e Baran soyadını verdi.118
KİTAPÇI
İzmir’in yaşayan en eski kitapçılık dükkânı 1913 yılında Ragipzade Biraderler adıyla açılmıştır. İki halazade Hüsnü Bey119 Mebus olarak Ankara’ya gitmiş, Fahrettin Bey’de hukuk fakültesinin üçüncü sınıfındayken Kurtuluş Savaşına katılır. Soyadı kanunu çıkınca, ailenin lakabı soyadına dönüşüyor. Atatürk “Sizin soyadınız kitapçı olsun” diyor. Kitapevi de “Yavuz” adını alıyor.120 Yavuz kitapevi 90 yıldan beri ayaktadır.
ÜLKÜ
Atatürk halkevleri Dergisine Ülkü adını vermiştir. Naim Onat şöyle anlatmaktadır: “933 yılının ilk ayında Atatürk’ü Adana istasyonunda karşılamıştım. Trende beni yanlarına çağırdılar Mersin’e kadar devam eden yolculukta bu kelime(Ülkü kelimesi) ve daha başka dil bahisleri üzerinde konuşulmuştu. Beni görür görmez memnun olacaksın dediler. Yakında çıkacak Halkevi Dergisine benden bir ad istediler, sizin Ülkü’yü verdim. Bu kelimeyi tam ideal karşılığı olarak kullanmama bizim Ali Bey’in (O gün, trende ve yanlarında bulunan Nasır Vekili Ali Çetinkaya’nın) sözleri de ayrıca yardım etti. Ali Bey, ideal kelimesinin İngiltere’de timsal ve örnek anlamlarında kullanıldığını söylediler. Bilirsiniz ki Ülkü ve Ülgü Türkçe’mizde de ölçü ve örnek de demektir. Esasen ideal de ermek istenilen amacın zihinde kurulmuş bir timsali örneği değil midir.121
Daha sonra yayınlanan Ülkü’nün ilk sayısında Atatürk’ün el yazısıyla
“Ülkü” ye
“Ülküden öz ülkümüzün yayma yolunda kutlu verimler beklerim” diye yazmıştır.122
MANEVİ EVLADI ÜLKÜ
Ülkü’nün annesi Selanikli Vasfiye Hanım, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım tarafından evlatlık olarak alınıp, büyütülmüş, Zübeyde Hanım’la Selanik’e sonra İstanbul’a, oradan da Ankara’ya birlikte gelmişler. Zübeyde Hanım ölünce, Vasfiye Hanım Atatürk’ün Kız kardeşi Makbule Hanım’la birlikte 1932 yılında ölmüştür.
Daha sonra evlenen Vasfiye Hanım’ın doğan kız çocuğuna, Atatürk daha yüzünü görmeden “Ülkü” adını koymuş. Ülkü, geçen yıllar içinde büyüdükçe ona olan sevgisi de büyümüş öyle ki; Ülkü’yü yurt gezilerinde beraberinde götürür olmuştur.123
BAYAR
Atatürk İktisat Vekili sonra Başbakan olan Mahmut Celal124  Bey’e Bayar soyadını vermişti.125
İKBAL
Selim Pancar küçük yaşta Afyon’da aşçılığa başladı. Lokantasının ünü her tarafa yayıldı. Atatürk’te Afyon ziyaretinde bu lokantaya uğrar ve yediği yemeklerin lezzetinden memnun kalır. Beğenisini Selim Pançar’a: “Her zaman İkbal olasın” sözleriyle dile getirir. Ve Selim Pançar o günden sonra lokantasının adını İkbal olarak değiştirir.126
ÇAMLIK
Atatürk’ün son İzmir gelişinde Selçuk Aziziye İstasyonunu ziyaret eder. İstasyonun çamlar arasında olduğunu gören Atatürk “Burası Çamlık olsun” der. O günden sonra Aziziye İstasyonu’nun adı Çamlık İstasyonu olarak kalmış.127 Burada Buharlı Lokomotif Müzesi olup 30 kadar tarihi lokomotif sergilenmektedir.
GÖKÇEN
İlk kadın hava pilotu Sabiha Hanım’a 19 Aralık 1934 tarihinde Atatürk “Gökçen” Soyadını vermiştir. Sabiha Gökçen şöyle anlatmaktadır. Henüz Türkkuşu kurulmadan, henüz ben havacı olmayı aklımdan bile geçirmezken, soyadı yasası çıktığı günlerden birinde akşam yemeğinde, önündeki kâğıda Sabiha Gökçen yazdı. Sonra yüzüme gülerek baktı ve
-“Tamam mı çocuğum” der.
-“Bundan böyle seni Sabiha Gökçen diye çağıracağız. Soyadın kutlu olsun” der sonra kâğıda diğer cümleleri yazıp imzalar.128
Atatürk tarafından Sabiha Gökçen'e verilen soyadı beratı.

UZAY
Son Trabzon seyahatinde üçüncü Umum Müfettişlik Baş Müşaviri daha sonra Trabzon valisi olan Yahya Sezai Uzer’in Atatürk tarafından soyadı değiştirilmiştir.
O Akşam sofrada bulunan Trabzon gençlerinden Rıza Hancer olayı şöyle anlatmaktadır129;
Vali Tahsin Uzer Bey arada bir salona çıkıyor, dışarıda olup bitenleri de takip ediyor, gerekli emir ve talimatları veriyor, gelen misafirleri karşılıyor. Bir ara yanında Baş müşavir Yahya Sezai Uzer’le birlikte içeriye girdi. Atatürk’e yaklaşıp selam verdikten sonra,
-"Atatürk’üm Baş Müşavirim Yahya Uzer" diye Atatürk’e takdim eder. Atatürk eli yine yüzünde ve sigarası elinde, kısa bir göz süzmeden sonra,
-"Dur bakalım yahu Tahsin bu ne biçim iş baş müfettişte Uzer, Baş müşavir de Uzer, ikinizden birinin soyadını şimdi değiştireceğim" der, ve devam eder.
-"Seninkini değiştirmeyeceğime göre Baş müşavirinkini değiştiriyorum ve bu tarih ve saatten sonra soyadı 'Uzay' olmuştur" der.
Alkışlar arasında, Yahya Sezai Bey gözyaşlarını tutamadı. Sohbet devam ederken bir ara Yahya Sezai Bey Tahsin Uzer Bey’e bir şeyler söyledi ve Tahsin Uzer Bey Atatürk’e yaklaşarak,
-"Atatürk’üm istirhamım var." Atatürk
-"Söyle Tahsin" der. Tahsin Uzer Bey
-"Müşavirim Yahya Sezai Uzay'a verdiğiniz yeni soyadını Atatürk’üme şükranları ile bir kağıda yazılı hatıra olarak elinizden almayı arzeder."
Atatürk Kâğıt kalem ister ve 30x40 ebadında bir kartona kendi el yazısı ile Yahya Sezai Uzay yazarak K. Atatürk imzası ile Tahsin Uzer’e verir."
Yahya Sezai Uzay daha sonraları Trabzon Valisi olur ve değerli hizmetlerde bulunur.
KANSU
Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından olan Mazar Müfit uzun yıllar milletvekilliği yapmıştır. Kendisine 3 aralık 1934 tarihinde Atatürk tarafından "Kansu" soyadı veilmiştir.130 

Atatürk'ün Mazhar Müfit Kansu'ya "Kansu" soyadını verdikten sonra imzaladığı belge.
1 Falih Rıfkı Atay : Çankaya İstanbul 1969 s. 569
2 Falih Rıfkı Atay
3 Falih Rıfkı Atay: A.g.e. s. 567
4 Fahrettin Altay A.g.e. s. 567
5 Falih Rıfkı Atay: A.g.e. s. 569-570
6 Latife Hanım, 1900 - 12 temmuz 1975, Atatürk’ün eşi.
7 Ragıp Paşa. Latife Hanım’ın dayısı, Osmanlı dönemi milletvekili ve İzmir eski Belediye Başkanı.
8 Şadan Gökovalı, Kaya Çelikkanatı, Orhan İlker, Atatürk ve İzmir, İzmir 1981 s. 105
9 Fahrettin Altay: Orgeneral, Milletvekili
10 Fahrettin Altay: 10 yıl Savaş 1912-1922 ve Sonrası İstanbul 1970 s. 480-481
11 Fahrettin Altay: A.g.e. s. 480-481
12 Saffet Arıkan : (1877 Erzincan- 26 Kasım 1947 İstanbul) Kurmay Subay II Dönem Kocaeli, III. IV. V. VI. VIII. Dönem Erzincan, VII. Dönem Konya Milletvekili, Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanı, Büyükelçi
13 Baha Arıkan: Atatürk’ün Soyadı ve Arıkan Ulus 26 Kasım 1949
14 Uluğ İğdemir : Türk tarihçisi, Türk Tarih Kurumu Sekreterliği, Genel Müdürlüğü yaptı.
15 Şükrü Saraçoğlu: Devlet Adamı (Ödemiş, İzmir 1887-İstanbul 1953) Mülkiye Mezunu T.B.M.M. İkinci  dönem İzmir Milletvekili, Maarif Vekili. Maliye Bakanı, Adliye Vekilliği, Hariciye Vekili, Başbakan, T.B.M.M.  Başkanı
16 Nazmi Kal: Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar
17 Mahmut Esat Bozkurt(1892 İzmir Kuşadası - 21 Aralık 1943 İstanbul) Hukuk Fakültesi mezunu, milletvekili,  Adalet Bakanı ve Profesör
18 Hakkı Uyar Sol Milliyetçi Bir Türk Aydını Mahmut Esat Bozkurt İstanbul 2000
19 Kazım Öztürk: Türk Parlamento Tarihi TBMM II. Dönem 1923-1927 III. Cilt Ankara 1995 s. 156
20 Nakleden İhsan Çalışgüven’in oğlu Yurtger Çalışgüven ‘in eşi öğretmen Kezban Çalışgüven
21 İran Şahının Türkiye Gezisi 16 Haziran – 6 Temmuz 1934 tarihleri arasıdır. 22-24 Haziran tarihleri arasında da İzmir ziyaret edilmiştir.
22 Kazım Dirik: (Manastır 1880 - Edirne 1940) General, İdareci, Bitlis İzmir Valiliği ve Trakya Genel Müfettişliği yaptı
23 Fethi Tevetoğlu: A.g.e. s. 141
24 Orhan Dirik: Babam Kazım Dirik ve Ben İstanbul 1998 s.69
25 İbrahim Ergüven : 1925-1938 yılları arasında tam on üç yıl Atatürk’ün Sofracıbaşı idi.
26 Said Terzioğlu: Yazılmayan Yönleriyle  K.Atatürk İstanbul 1965 s.84; Cevdet Kudret: Kalemin Ucu İstanbul 1991 s.139
27 Mehmet Cevat Abbas Gürer: (1887 Niş, Yugoslavya – 4 Temmuz 1943 Yalova) Harbiye Mezunu Subay I- IV Dönem Bolu Milletvekili
28 Fethi Tevetoğlu: Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar Ankara 1987 s.238-240
29 Cemal Granda: Atatürk’ün Uşağı İdim Yazan Turhan Gürkan İstanbul 1973 s.37
30 Sabiha Gökçen: Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Kaleme alan Oktay Verel İstanbul 198 2, s.41
31 Sabiha Gökçen
32 Sabiha Gökçen  A.g.e s. 42
33 Mehmet Şükrü Okan
34 Recep Metel: Atatürk ve Donanma İstanbul 1966 s. 203
35 Ali Fethi Okyar: (1880 - İstanbul 1943) Asker, Siyaset ve Devlet Adamı
36 Kerim Yund A.g.e. s. 161
37  İbrahim Tali Öngören (1875 İstanbul - 2 Ocak 1952) Tıp Doktoru, Subay Atatürk ile Samsun’a çıktı. II-III-V-VII nci dönem Diyarbakır, IV. Dönem İstanbul, VIII. dönem Elazığ milletvekili
38 Hayri Orhun, Celal Kesenoğlu, Mehmet Bolak, Kerim Atakol, Meşhur Valiler Ankara 1968 s. 492
39 Fethi Tevetoğlu A.g.e. s.176
40 Recep Peker (5 Şubat 1889 İstanbul- 2 Nisan 1950 İstanbul) Kurmay Subay II-III-IV-V-VI-VII Dönem Kütahya, VIII Dönem İstanbul Milletvekili, Maliye, Bayındırlık ve İçişleri Bakanı, Cilt 1, Genel Kâtibi, Başbakan
41 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu : İlk Meclis Milli Mücadele de Anadolu İstanbul 1990 s. 47; Teoman Göl: Türk Siyasal Hayatında Recep Peker Ankara 1998 s. 16
42 Refik Saydam: (İstanbul 1881 - İstanbul 1942) Askeri Doktor, Milletvekili, Sağlık Bakanı, Başbakan
43 Fethi Tevetoğlu: A.g.e S.230
44 Naim Onat: Büyük Kaybımız İçin Ulus 9 Temmuz 1942
45 Mehmet Serez Atatürk ve Milli Mücadele de Tekirdağ s.132
46 Bora Keresteciyen
47 Avni Özgürel: Mustafa Kemal’e haberi Bora Keresteciyen göndermiştir. Radikal 19 Mayıs 2002
48 Hamdullah Subhi Tanrıöver
49 Mustafa Baydar: Hamdullah Subhi Tanrıöver’in Hatıraları, Cumhuriyet 10 Ağustos 1966: Mustafa Baydar: Hamdullah Subhi Tanrıöver ve Anıları İstanbul 1968 s.284; Halim Serarslan : Hamdullah Subhi Tanrıöver ve Anıları İstanbul 196
50  Fuat Umay (1885 Kırklareli - 1 Temmuz 1963 İstanbul) Tıp Doktoru, I Dönem Bolu , II - VII Dönem Kırklareli Milletvekili Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurucusu
51 Veysi Akın: Bir Devrin Cemiyet Adamı Doktor Fuad Umay Ankara 2000 s.3
52 Muhiddin Üstündağ: (Sakız 1884-İstanbul 1953) Türk İdareci ve Devlet Adamı , 1928-1938 İstanbul Valiliği yaptı
53 Rakım Ziyaoğlu: İstanbul Kadıları Şehreminleri, Belediye Reisleri ve Partiler Tarihi İstanbul 1971, s. 321- 322; Mehmet Aldan: İz Bırakan Mülki İdare Amirleri II Ankara 1993 s. 3
54 16 Mart 1917 - 5 Temmuz 1917 tarihleri arasında Diyarbakır’da 2. Ordu Komutanlığı görevinde bulunmuştur.
55 Atatürk Yılında Diyarbakır Ankara 1982 s.47-48
56 Abdurrahim Tuncak, (1908-1999), Atatürk’ün manevi oğludur. Gazi’nin annesi yanında büyüyen Tuncak, Zübeyde Hanım’ın ölümü sırasında da İzmir’de yanındadır. Başkent Üniversitesi bünyesinde Abdürrahim Tuncak Atatürk Müzesi bulunmaktadır.
57 Mete Akyol: Bir Sessiz Tarih Abdurrahim Tuncak Bütün Dünya Cilt I, Sayı 4, Eylül 1998 s.28
58 Reşit Metel: Türk Denizaltıcılığının Tarihi İstanbul s. 58- 60
59 Salih Bozok: (1881 Selanik- 23 Aralık 1941)  Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı Harbiye mezunu, Yaveri, TBMM II. Dönem Bozok Milletvekili, İş Bankası kurucusu
60 Can Dündar: Salih Bozok, Yaveri, Atatürk’ü Anlatıyor. İstanbul 2001 s. 13
61 Neşet Ömer İrdelp
62 Nurettin Kamil Berk
63 Bedi Şehsuvaroğlu
64 Bedi Şehsuvaroğlu: Atatürk’ün Sağlık Hayatı İstanbul 1981 s. 59-60
65 Hakimiyet 11.2.1923; Glyas Yetkin Edremit 1939 s. 69
66 Mahu Aygen 1982 yılında öldü
67 Nazmi Kal Atatürk’le Yaşadıkları Anlatılar Ankara 2001 s. 111-120
68 Kazım Fikri Özalp: (1882 köprülü- 6 Haziran 1968 İstanbul) Orgeneral, III. IV. V. VI. VII. VIII. Dönem Balıkesir, IX Dönem Van Milletvekili, TBMM Başkanı 2 Ciltlik Milli Mücadele ve Atatürk’ten Anılar adlı eserleri vardır.
69 Azmi Süslü Mustafa Balcıoğlu: Atatürk’ün Silah Arkadaşları Ankara 1999 s. 109
70 Kazım Özalp: Teoman Özalp Atatürk’ten Anılar Ankara 1992 s. 55
71 Kazım Özalp Teoman Özalp A.g.e. s. 83-86
72 Ali Numan Kıraç
73 Can Kıraç Babam Ali Numan Kıraç Bütün Dünya Kasım 2002 s. 40
74 Muammer Eriş
75 Kazım Özalp, Teoman Özalp A.g.e. s. 55
76 Ahmet Besim Atalay: Türk Dil Bilgini ve Yazarı (Uşak 1882 - Ankara 1965) Darülmuallmin’i (öğretmen okulu) bitirdi 1912, Konya, Trabzon, Ankara’da Öğretmenlik ve Müdürlük yaptı. Silifke’de Müdafaa-i Hukuk cemiyetini kurdu. Birinci Meclis Kütahya Milletvekili, Maarif Vekaleti hars Müdürlüğü, Dil Encümen üyeliği, Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyesi ve sayman Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fak. Öğretim Üyesi
77 Kazım Özalp, Teoman Özalp A.g.e. s.55
78 Doruk: Tütün yaprağının son kısmına verilen isimdir.
79 Burhan Oğuz Yaşadıklarımı Dinlediklerimi Tarihi ve Toplumsal Anıları İstanbul 2001 s.535-536
80 Hüseyin Vasıf Çınar 1895 İzmir - 1935 Moskova, Öğretmen, Yazar, II Dönem Seruvan III. Dönem İzmir Milletvekili, Maarif vekili Prag, Peşte, Roma,Moskova Büyükelçisi
81 İbrahim Alaaddin Göksu Türk Meşhurları İstanbul 1949 s.396
82 Mustafa İsmet İnönü 24 Eylül 1884 İzmir - 25 Aralık 1973 Ankara Orgeneral, Başbakan, II Cumhurbaşkanı, CHP Genel Başkanı
83 Şerefettin Turan, İsmet İnönü Yaşamı Dönemi ve Kişiliği Ankara 2000 s.32-34
84 Hasan Tahsin Uzer (1875 Selanik- 3 Aralık 1939 İstanbul) Mülkiye Mezunu, Vali Milletvekili
85 Mehmet Aldan İz Bırakan Mülki İdare Amirleri I, Ankara 1990 s. 299; Fahri Çoker Türk Parlamento Tarihi Milli Mücadele ve TBMM I Dönem 1919 -1923 III cilt Ankara 1999 s.947
86 Ali Saib Ursavaş (1885 Rovandizlavak - 26 Eylül 1939 Adana) Subay, Urfa ve Yöresi Kuvayi Milliye Kumandanı I. Dönem Urfa, II. Dönem Kozan III, IV, V, VI Dönem Urfa Milletvekili
87 Fahri Çoker: A.g.e. s. 513
88 Behiç Erkin: (1876 İstanbul - 13 Ekim 1961) Milletvekili, Bayındırlık Bakanı, Buda - Peşte ve Paris Büyükelçisi
89 Ümit Sarıarslan Ulusal Demiryolculuğunun Kurucularından Beriç Erkin Tarih Toplum cilt 35, sayı 22, 8 Aralık 2002 s. 3444
90 Sivas, Malatya, Diyarbakır,  Elazığ, Adana, Mersin, Konya, Afyon, Eskişehir’i Ziyaret etmişti.
91 Son Gezileri Türk Dünyası Tarih Dergisi sayı 192, Aralık 2002 s. 49
92 Süleyman Sırrı İçöz (1878 Yozgat - 18 Ocak 1963 Ankara) Mülkiye Mezunu, I. Dönem Yozgat, II. Dönem Bozok (Yozgat) III, VIII. Dönem Yozgat Milletvekili
93 Fahri Çoker: A.g.e. s. 978
94 İbrahim Süreyya Yiğit 1880 İstanbul - 4 kasım 1952 İstanbul Mülkiye mezunu, I. Dönem Saruhan II-VIII. Dönem İzmit (Kocaeli) Milletvekili
95 Fahri Çoker: A.g.e.
96 Zamir (Damar) Arıkoğlu (1889 Adana - 8 Nisan 1969 İstanbul) Özel Eğitim gördü. Çukurova Direnişi örgütlendi. I-VII Dönem (1923-1946) Adana Milletvekili
97 Fahri Çoker A.g.e. s. 48
98 Hüsrev Gerede: (1886 Edirne – 22 Mart 1962 İstanbul) Kurmay Subay Atatürk ile Samsuna çıktı Milletvekili, Büyükelçi
99 Fahri Çoker: A.g.e. s. 936
100 İsmail Gürel 1937 yıllarında Diyarbakır’da kereste fabrikatörü ve müteahhit
101 Atatürk 15 kasım 1937 de  Diyarbakır’a gelmişti
102 Nazmi Kal A.g.e. s. 127-128
103 Nazmi Kal A.g.e. s. 121-124
104 Fahri Korutürk
105 Karpiç, Ankara’da dönemin en tanınmış lokantası.
106 Reşit Metel: Atatürk ve Donanma İstanbul 1960 s. 203-209
107 Tevfik Rüştü Aras: Doktor, siyaset adamı ve Diplomat (Çanakkale 1883) 1920’de Menteşe(Muğla) Milletvekili Atatürk’ün emriyle kurulan Türkiye Komünist partisinin kurucuları arasında bulundu. 1923 -1939 İzmir Milletvekili Dışişleri bakanlığı, Londra Büyükelçisi, Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Üyesi
108 Kerim Yurd A.g.m.
109 Abidin Sözmen
110 Sait Arif Terzioğlu: Atatürk’e Ait Hatıralar Cumhuriyet 1961
111 Nevzat Tandoğan (1894 İstanbul - 9 Temmuz 1946 Ankara) Hukuk Fakültesi Mezunu Malatya Valisi, Konya Milletvekili, Ankara Valisi ( 22 Haziran 1929-9 Temmuz 1946)
112  Hayri Orhon, Celal Keseroğlu, Mehmet Belek, Kazım Atakul: Meşhur Valiler Ankara 1967 s. 577
113 Mehmet Aldan: İz Bırakan Mülki İdare Amirleri Ankara 1990 s. 470
114 Hayri Orhon, Celal Keseroğlu, Mehmet Belek, Kazım Atakul: A.g.e. s. 577
115 Mehmet Cemil Uybadın (1883 İstanbul -5 Temmuz 1937) Harbiye ve Harb Akademisi mezunu Albay, II, III, IV, V, VI, VII ve VIII nci Dönemlerde Tekirdağ Milletvekili İçişleri Bakanı
116 Mehmet Aldan: Atatürk ve Mülki Yönetim Cumhuriyet 17 Haziran 2003
117 Bekir Sami Baran (1893 Erzurum) Mülkiye Mezunu Kaymakam, Vali
118 Mehmet Aldan A.g.g. 17 Haziran 2003
119 Hüsnü Kitapçı (1886 Selanik - Yenice - Vardar - 24 Kasım 1947 İzmir) Hukuk fakültesi Mezunu, Bakan IV Dönem İzmir, V-VI-VII’nci Dönemler Muğla Milletvekili
120 Duygu Özsüphandağ; Kitaplarla 90 Yıl, İzmir Life, sayı 12, Ağustos 2002, s. 104-105
121 Naim Onat Atatürk ve Ülkü Adı Ülkü Cilt XII, sayı 70 Birincikanun 1938 s. 332-338
122 Ülkü Cilt 1, sayı 1, Şubat 1933
123 Sabiha Gökçen: A.g.e. s.62;  Cemil Sönmez: Atatürk’ün Çocuk Sevgisi Ankara 1997 s. 68-69
124 Mahmud Celal Bayar, 15 Mayıs 1883, Umurbey Köyü, Gemlik Bursa - 22 Ağustos 1986), 3. Cumhurbaşkanı
125 Kerim Yund; Atatürk’ün Ad Verme Yanı, Türk Dili, Cilt XII, sayı 194, 1 Kasım 1967,  s. 161
126 Hülya Korkut İkbal Olasın Star Box 11 Mayıs 2002
127 Sönerken Önal Lokomotif İzmir Star Box
128 Sabiha Gökçen A.g.e. s. Fotoğraflarda
129 Trabzon’dan Atatürk’e Trabzon 1959 s. 200
130 Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber II. Cilt, Mazhar Müfit Kansu, Türk Tarih Kurumu 1997 4. Baskı, Belgeler Bölümü. ISBN: 975-16-0906-2 Tk, 975-16-0908-9 
Kaynak: Atatürk’ün Verdiği İsimler ve Soyadları Üzerine Bir Deneme, Yard. Doç. Dr. Eren AKÇİÇEK




KAYNAK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder